Hz. Yusuf (a.s) Gördüğü ve Yorumladığı Rüyalar
Hz.Yusuf'un kaderinde önce öldürülmesinin planlanması, sonra da vazgeçilip kuyuya atılması vardır. Yoksa yanlış kader anlayışında olduğu gibi, kaderin değişmesi, gibi bir durum kesinlikle söz konusu değildir. Hazreti Yusuf Peygamberin kaderi tüm bu ayrıntılarla beraber yaratılmıştır.
Hazreti Yusuf Peygamber daha çocukken bir rüya görmüş ve rüyasının yorumunu babasına sormuştur. Babası Yakup Peygamber ise Hz. Yusuf'un rüyasıyla ilgili yorum yapmış ve onu güzel haberlerle müjdelemiştir. Ancak bununla birlikte rüyasını diğer kardeşlerine anlatmaması konusunda kendisini uyarmıştır. Bu olay Kuran'da şu şekilde bildirilir:
“Hz. Yusuf babasına: Babacığım, gerçekten ben "rüyamda" on bir yıldız, Güneş'i ve Ay'ı gördüm; bana secde etmektelerken gördüm demişti. (Babası) Demişti ki: Oğlum, rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insan için apaçık bir düşmandır. Böylece Rabbin seni seçkin kılacak...” (Yusuf Suresi, 4–6)
Yusuf Peygamber babasına rüyasını anlattığında, babasının rüyasını kardeşlerine anlatmaması konusunda onu uyarmasının sebebi, kardeşlerinin güven vermeyen tavırlarıydı. Yakup Peygamber ilim sahibi, ferasetli bir insan olduğu için oğullarının fitne çıkarmaya müsait olan karakterlerinin ve kıskanç yapılarının farkındaydı. Onları çok iyi tanıdığı için Hz. Yusuf'a tuzak kurabileceklerini de tahmin etmekteydi. Bu nedenle Hz. Yakup şeytanın düşmanlığına dikkat çekmiş, Hz. Yusuf'a temkinli olmasını öğütlemiştir.
Hz. Yusuf'un Kardeşlerinin Tuzak Kurması
Yakup Peygamber Hz. Yusuf'u uyarmakta haklıydı, çünkü kardeşleri onu ve küçük erkek kardeşlerini babalarından kıskanmaktaydılar. İçlerindeki bu kıskançlık öylesine şiddetliydi ki, onları Hz. Yusuf'a tuzak kurmaya kadar götürdü. Bu da Hz. Yusuf'un kardeşlerinin İslam ahlakından uzak olduklarının ve mümin karakteri sergilemediklerinin bir diğer göstergesidir. Onların kurdukları bu tuzak ve Yusuf Peygambere yaptıkları Kuran'da şöyle anlatılır:
"Onlar şöyle demişti: Yusuf ve kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir; oysa ki biz, birbirini pekiştiren bir topluluğuz. Gerçekte babamız, açıkça bir şaşkınlık içindedir. Öldürün Yusuf'u veya onu bir yere atıp-bırakın ki babanızın yüzü yalnızca size (dönük) kalsın. Ondan sonra da salih bir topluluk olursunuz. (Yusuf Suresi, 8–9)
Ayetlerden açıkça anlaşıldığı gibi, kardeşlerinin Hz. Yusuf'a tuzak kurmalarındaki en büyük etken kıskançlıktı. Babalarının Hz. Yusuf'u ve kardeşini daha çok seviyor olduğunu düşünmeleri onları bu kıskançlığa itmekteydi. Yalnızca kendilerine yönelik bir sevgi istiyorlar, kendilerinin sayıca çok oluşları ve birbirlerini pekiştirmeleri nedeniyle sevgiye daha çok hak sahibi olduklarını düşünüyorlardı.
Elbette ki bu, son derece çarpık bir mantıktır. Çünkü Kuran'a göre müminlerin birbirlerini sevmedeki tek ölçüleri takvadır. Kim takvaca üstünse, kim Allah'tan daha çok korkuyor ve O'nun sınırlarını en titiz biçimde koruyorsa, kim en güzel ahlakı gösteriyorsa müminler doğal olarak en çok o kişiyi severler. Açıktır ki, Yakup Peygamber de oğullarına sevgi yöneltirken bunu ölçü almıştır. Hz. Yusuf diğer oğullarından çok daha takva ve güzel ahlaklı olduğu için, bu durumda onu en çok sevmesi son derece doğaldır. Fakat Hz. Yusuf'un kardeşleri bu bakış açısına sahip olmadıkları için, babalarının Hz. Yusuf'a ve kardeşine olan sevgisini de anlayamamışlardır. Bu da onların dinden uzak karakterlerinin önemli bir göstergesidir.
Dikkat çeken ayrı bir yönleri de, babaları hakkında kullandıkları saygısız üsluptur. Babaları üstün bir akıl ve feraset (anlayış) sahibi seçkin bir peygamber olmasına rağmen onlar Hz. Yusuf'a ve kardeşine olan sevgisinden ötürü babalarının "şaşkınlık içinde" olduğunu iddia etmekteydiler. Bir peygambere karşı böyle saygısız bir üslup kullanmaları da onların imani zayıflıklarını göstermektedir. Onların Allah korkularının zayıf olduğunu anlamak için kuvvetli bir delil daha vardır: Hz. Yusuf'u öldürmek istemeleri... Allah'tan korkan, ahirette hesap vereceğine inanan, Allah'ın her an kendisini işittiğini ve gördüğünü bilen bir insanın Allah'ın haram kıldığı böyle bir fiile yanaşmayacağı ve hatta aklından dahi geçirmeyeceği son derece açıktır. Ancak bu kişiler babalarının kendilerini sevmesini sağlamak ya da kıskançlık duygularının neden olduğu öfkelerini dindirmek için, çözümü Hz. Yusuf'u öldürmekte ya da bir yere atıp bırakmakta bulmuşlardır.
Öldürmek zaten haramdır, ancak küçük yaşta bir çocuğu bir yere atıp bırakmak da çok vicdansızca bir harekettir. Bunu yapmayı düşünebilen insanlarda vicdan, merhamet gibi duyguların bulunmadığı son derece açıktır. Görüldüğü gibi, Hz. Yusuf'un kardeşleri acımasız ve zalimdirler.
Üstelik mantık örgüleri de çok bozuktur. Hz. Yusuf'a böyle bir kötülük yapıp, harama girdikten sonra hala "salihlerden olmayı" ummaktadırlar. Elbette ki, bir insan bir kötülük işledikten sonra Allah'tan samimi bağışlanma isterse, düzelmeyi ve salihlerden olmayı umabilir. Fakat bu kişiler yaptıklarının yanlış olduğunu bile bile, önce kötü bir amel işleyip, sonra da salihlerden olmayı planlamaktaydılar. İşte bu, onların sağlıklı bir muhakeme yeteneğine ve mümin karakterine sahip olmadıklarının bir başka delilidir.
Ayetin devamında en zor anında Allah'ın Hz. Yusuf'a yardım ettiği, içlerinden birine onu öldürmek yerine kuyuya atma fikrini ilham ettiği haber verilir:
"İçlerinden bir sözcü dedi ki: Eğer (mutlaka bir şey) yapacaksanız, öldürmeyin Yusuf'u, onu kuyunun derinliklerine bırakıverin de bir yolcu kafilesi alsın. (Yusuf Suresi, 10)
Görüldüğü gibi, her ne kadar kardeşleri Hz. Yusuf'a tuzak kurarlarsa kursunlar, aslında Yusuf Peygamber Allah'ın kendisi için belirlediği kaderi yaşamaktadır. Kimse kendisi için belirlenen kaderin dışına çıkamaz. Allah daha Hz. Yusuf doğmadan çok önce bu kaderi yaratmıştır, Yusuf Peygamber de bu kaderi aynen yaşamıştır.
Bu arada bir konuyu daha hatırlatmak gerekir ki, Hz. Yusuf'un ölümünü engelleyen, onu kuyuya atma fikrini getirerek yaşamasını sağlayan kardeşi değil, Allah'tır. Allah dilemese Hz. Yusuf'un kardeşi onu kuyuya atma fikrini düşünemez ve böyle bir fikir veremezdi. Ancak Hz. Yusuf'un kaderinde önce öldürülmesinin planlanması, sonra da vazgeçilip kuyuya atılması vardır. Bundan dolayı kardeşi böyle bir fikirle gelmiştir. Yoksa yanlış kader anlayışında olduğu gibi kaderin değişmesi gibi bir durum kesinlikle söz konusu değildir. Yusuf Peygamberin kaderi tüm bu ayrıntılarla beraber yaratılmıştır. Kardeşlerinin onu öldürmemeleri de onların bozulmuş bir planıdır. Ancak o planı da en baştan bozulmuş olarak yaratan Allah'tır.
Nitekim Allah bu planı, o daha henüz çocuk yaşta iken, gördüğü rüya aracılığıyla Hz. Yusuf'a bildirmiştir. Hz. Yusuf'un hayatı da, Allah'ın bildirdiği bu rüyayı doğrulayacak şekilde gelişmiştir. Allah kimi zaman dilediği kullarına bu şekilde gaybı haber verebilir. Peygamberimiz Hz. Muhammed'e de (sav), Mekke'yi fethedip orada müminlerle birlikte güven içinde hac yapacağını bir rüya aracılığıyla bildirmiştir. Bu konudaki ayette şöyle buyrulmaktadır:
"Andolsun Allah, elçisinin gördüğü rüyanın hak olduğunu doğruladı. Eğer Allah dilerse, mutlaka siz Mescid-i Haram'a güven içinde, saçlarınızı tıraş etmiş, (kiminiz de) kısaltmış olarak (ve) korkusuzca gireceksiniz. Fakat Allah, sizin bilmediğinizi bildi, böylece bundan önce size yakın bir fetih (nasib) kıldı." (Fetih Suresi, 27)
Allah'ın gaybı bildirmesinin ve olayların da tam bu şekilde gerçekleşmesinin sırrı, bizim için "gayb" olan herşeyin, Allah katında ezelde tespit edilmiş, yaşanmış ve bitmiş olmasıdır. Gayb insanlar için vardır. Zamandan ve mekandan münezzeh olan Allah ise herşeyi yaratan ve bilendir. Tüm zamanı ve tarihi de, tek bir an olarak yaratmıştır.
Yaşanan herşey Allah'ın dilediği şekilde meydana gelir. Ve her birinde müminler için hayır ve güzellikler vardır. Yaşanılan ve sabır gösterilen her zorluğun ardından, Allah dünyada ferahlık ve nimet, ahirette ise sevap ve mükafat verir.
1- Hz. Yusuf’un Zindan Arkadaşı Olan İki Gencin Rüyaları
Hz. Yusuf la birlikte hapse giren iki gencin rüyaları, Yusuf suresi 36., onun rüyaları tabiri de Yusuf suresi 40. ayette anlatılmaktadır.Yusuf (a.s.) bir iftira neticesi, melik tarafından hapse mahkum edildi. Onunla birlikte zindana iki delikanlı daha girdi. Bu iki delikanlıdan birisi melik Reyyan b. Velid’in yemek işlerinden, diğeri de içeceklerinden sorumluydu.1 Rivayetlere göre melik, bu iki gencin yiyecek ve içeceklerine zehir katmalanndan şüphelendi ve ikisini de hapse mahkum etti.
Bu iki genç hapse girdiklerinde, Yusuf (a.s.)’a gördükleri rüyanın tabirini sordular. O da bunların tabirini söyledi. Daha sonra rüyalar aynen bu tabir üzere gerçekleşti.Konuyla ilgili ayetler hakkında müfessirler şu görüşlere yer vermişlerdir:
“Onunla birlikte zindana iki delikanlı daha girdi. Onlardan biri dedi ki: Ben (rüyada) şarap sıktığımı gördüm. Diğeri de: Ben de başımın üstünde kuşların yemekte olduğu bir ekmek taşıdığımı gördüm. Bunun yorumunu bize haber ver. Çünkü biz seni güzel davrananlardan görüyoruz, dedi”.
Müfessirler iki gencin hapse girmelerinin sebebi olarak yukarıda belirtilen rivayeti kabul etmektedir.Talmut’ta ise bir şölen sırasında melikin ekmeğinde taş, şarabında, sinek çıktığı, bunun üzerine sinirlendiği ve onları hapse attırdığı rivayet edilmektedir.
Gençler niçin başkasına değil de, Yusuf (a.s.)’a rüyalarının tabirini sordular? Razi, bu soruyu iki şekilde cevaplamıştır: Onlar, zindana girdiklerinde üzüntülü görünüyorlardı. Yusuf (a.s.) neden üzgün olduklarını sorunca, rüyalannm yorumunu bilemediklerini söylemişlerdi. Veya, Yusuf (a.s.)’ın pekçok meseledeki hünerini görmüşlerdi.
Bu ayetten, o devirde Mısır’da rüya tabiri ilminin revaçta olduğunu anlıyoruz. Melik de gördüğü rüyadan etkilenip, tabirini öğrenmek istemiş, tabir ilminde önde gelenleri yanına çağırmıştı.2 Allah(c.c) birçok peygambere, yaşadıklan devirde revaçta olan şeyleri öğrettiği gibi, Yusuf (a.s.)’a da rüya tabirini öğretmiştir.Gençlerin gerçekte rüya görüp görmedikleri hakkında değişik rivayetler vardır.
a- Onlar, hapse girdiklerinde Yusuf (a.s.)’ın oradakilere “ben rüya tabir edebilirim” dediğini duymuşlardı. Bunun üzerine, rüya görmedikleri halde sırf Yusuf (a.s.)’ı denemek için anlattıklan şeyleri uydurdular. İbn Mes’ud’dan bu görüşü destekleyen bir rivayet vardır.
b- Mücahid’den rivayet edildiğine göre, hapse girdiklerinde, gerçekten rüya görmüşlerdi.
İbn Kesir’e göre, meşhur olan ve çoğunluğun görüşü, “iki gencin gerçekten rüya gördükleridir”.
Melikin içeceklerinden sorumlu olanı, “şarap sıkıyorum” demişti. “Şarabın sıkılması” şöyle anlaşılmalıdır.
a- Bu, şarap üzümünün sıkılmasıdır. Şarap, üzümün sıkılmasından elde edilen suyla yapıldığı için, üzüm lafzı kaldınlıp sadece şarap kelimesi söylenmiştir.
b- Arapçada eğer kastedilen şey kanştınlmadan net bir şekilde anlaşılacaksa, o şey, neticede aldığı şekille isimlendirilir. Buna göre, “Üzüm sıkıyorum” yerine üzümün neticede aldığı şekil olan şarap kelimesi kullanılarak “şarap sıkıyorum” denir.
c- Uman lehçesinde, üzüme şarap denilmektedir. Kur’an bütün Araplann konuştuğu dille indirildiği için, üzüm yerine, şarap kelimesi kullanılmıştır.
Ayette geçen te’vil; tabir, işin neticesi dönüp dolaşacağı yer manasındadır.Gençlerin Yusuf (a.s.)’a “biz seni iyi bir insan olarak görüyoruz”2 demelerinin sebebi hakkında f arklı rivayetler vardın
Bir rivayete göre Yusuf (a.s.) hapiste güzel ahlakıyla herkese kendini sevdirmişti. Hastalarla, üzüntülü olanlarla ilgilenirdi.
Diğer rivayete göre, namaz, oruç gibi ibadetlere devam ederek Allah(c.c.)’a devamlı itaat ederdi. Bundan dolayı, tabir hususunda söylediklerine güveniliyordu. Öyle asil ruhluydu ki ondaki takvanın benzeri Mısır’da yaşayan dini liderlerde bile yoktu. Bundan dolayı subaylar ve gardiyanlar ona güveniyorlardı.Kitab- ı Mukaddes’de Yusuf (as)’a duyulan güven şu şekilde ifade edilmektedir.”Ve zindan müdürü, onun elinde olan bütün mahpusları Yusuf’un eline verdi; ve orada yapılan her şeyi yapan o idi. Zindan müdürü onun elinde olan hiç birşeye bakmazdı, çünkü Rab onunla idi, ve yaptığı şeyde Rab ona muvaffakiyet veriyordu”.
Başka bir rivayete göre, Yusuf (a.s.) tabirde hiç hata yapmaz, yaptığı tabirlerde yanılmazdı. Çünkü, rüya tabiri ilmi ona Allah (c.c.) tarafından verilmişti.Gençler rüyalarını anlattıktan sonra:
“Yusuf dedi ki: “Size yedirilecek yemek gelmeden önce onun yorumunu mutlaka size haber vereceğim. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir. Şüphesiz ben Allah’a inanmayan bir kavmin dininden uzaklaştım. Onlar ahireti inkar edenlerin kendileridir”.
Hz. Yusuf gençlerin rüyalarını anlatmalarından sonra bunların yorumuna geçmemiş, onları Allah’ın varlığına, birliğine, ahirete inanmaya, ataları olan İbrahim, İshak ve Ya’kub (a.s.)’ın dinine uymaya, Allah’a ortak koşmamaya çağırmıştır. Müfessirler, Yusuf (a.s.)’ın söze bu şekilde başlamasının nedenleri hakkında şu açıklamalarda bulunmuşlardır:
a- Yusuf (a.s.) bu rüyaların tabirini hemen anlamıştı. Eğer sorularının ardından tabiri söyleseydi, asılacak olan gencin hüznü artardı, belkide Yusuf (a.s.)’a düşmanlık beslerdi. Yusuf (a.s.) bunu önlemek için sözü ve ilmiyle gençleri etkilemek istemiştir. 1
b- Yusuf (a.s.) bu girişle ilimdeki seviyesinin gençlerin tahmininden daha fazla olduğunu bildirmek istemiştir. Bilindiği üzere rüya tabiri bir nevi zan ve tahmindir. Gaybı bilmede bütün insanlar acizdir, hatta peygamberler bile. Fakat Yusuf (a.s.)’a bu ilim Allah tarafından öğretildiği için bu konuda diğer insanlardan daha fazla bilgilidir.
c- Süddi, “size nzık olarak verilecek yemek gelmeden önce” ayetinde yemeğin, uykudaki yemek olduğunu söylemiştir. Yani, Yusuf (a. s.) uykunuzdaki yemekten size haber veririm demekle, rüya tabirindeki bilgisinin bir şeye mahsus olmadığını belirtmiştir.
d- Yusuf (a.s.) onların yumuşak mizaçlı olduklarını anlamış ve peygamber olduğunu söyleyince kabul edeceklerini tahmin etmiştir. Bunun için dünyevi olan rüya tabiriyle değil, ahiretle ilgili olan, dini bilgilerle sözlerine başlamıştır.
e- Asılacak gencin imansız olarak ölmesini istemediği için, ona müslüman olur düşüncesiyle islamiyeti tebliğ etmiştir.
f- Ayette belirtilen yemekten maksat, uykudaki yemek değil uyanıklıktaki yemektir. Rivayete göre, melik birisinin ölümüne hükmettiğinde yemeğine zehir koydurturmuş. Bundan dolayı, Yusuf (a.s.), gençlere gelen yemeğin zehirli olup olmadığım haber verebileceğini söylemiştir. Bu da bir nevi mucizedir.
“Yusuf (a.s.) henüz peygamberlik iddiasinda bulunmadan, neden mucize göstersin. Ayeti mucizeye hamletmek yanlıştır” şeklindeki bir görüşe Razi itiraz etmektedir. Ona göre, Yusuf (a.s.)’ın peygamberliğini daha önce ilan ettiğine dair deliller vardır. Mesela, “Bu Rabbimin bana öğrettiği ilimlerdendir” ayetiyle, “Atalarımın dinine tabi oldum” ayeti Yusuf (a.s.)’ın daha önce peygamberlik şerefine nail olduğunu göstermektedir. Buna dayanarak onun “size gelen yemek (miktarı, rengi, varsa içindeki zehir) hakkında bilgi veririm” diyerek mucize göstermeyi kasdettiğini söyleyebiliriz.
Yusuf (a.s.)’ın gençlere, “bunlar bana Rabbimin öğrettiklerindendir” demesinin sebebi yukarıda belirtilen gaybi ve mucizevi olayları, (rüya tabiri, yemek daha gelmeden hakkında bilgi vermek gibi) kahinlik ve yıldızlardan faydalanmak suretiyle değil, Allah (c.c.)’ın bildirmesiyle yaptığını belirtmektir.2 Yusuf (a.s.)’ın bu sözünden, ona rüya tabiri ilminden başka, şer’i ilimler, hikmet, iktisat, emanet vs. gibi ilimlerin de öğretildiğini anlıyoruz.
Yusuf (a.s.)ın “ben Allah (c.c.)’a ve ahirete inanmayan bir kavmin dinini terkettim” demesi akla şöyle bir soru getirebilir: “Yusuf (a.s.) daha önce inkarcı mıydı?” Bu soruya şu şekilde cevap verilebilir:
a- Hayır o, hiçbir zaman inkara olmamıştır. Nitekim birşeyi terketmek daha önce o şeye dahil olmayı gerektirmez.
b- Yusuf (a.s.) onların yanında köle idi. Kendisine bir zarar vereceklerinden korktuğu için imanını daha önce açıklamayıp “takiyye” yapmış yani imanını gizlemiştir.
“Ey zindan arkadaşlarım! (rüyalarınıza gelince), biriniz (daha önce olduğu gibi) efendisine şarap içirecek; diğeri ise asılacak ve kuştur onun başından (beynini) yiyecekler. Yorumunu sorduğunuz iş bu şekilde) kesinleşmiştir”.Yusuf (a.s.)’ın “sormuş olduğunuz iş hakkında hüküm kesinleşmiştir” demesinin nedeni hakkında şunlar söylenebilir:
a- Onlar gerçekte rüya görmediler, onu denemek için böyle birşey uydurdular.
b- Yusuf (a.s.)’ın yaptığı yorumu beğenmedikleri, bu yoruma sinirlendikleri için rüya görmediklerini söylediler. Yusuf (as.)’ da “siz bana ister yalan söyleyin ister söylemeyin farketmez, sizin hakkınızdaki hüküm kesindir” demiştir.
Yusuf (a.s.) bu yorumu ya vahye dayanarak, ya da tabir ilmine dayanarak yapmıştır. Birincisi olamaz çünkü, Ibn Abbas’dan nakledildiğine göre, o, Yusuf (a.s.)’ın bu hükmü tabire dayanarak söylediğini belirtmiştir. Zaten ayette, “kurtulacağım zannettiğine …” buyurulmuştur. Şayet Yusuf (a.s.)’ın bu tabiri vahy olsaydı, o hüküm hakkında zan kelimesini kullanmazdı. Çünkü vahy, kesin ve yakin bir bilgidir, ikincisi de olamaz çünkü bilindiği gibi rüya tabiri ilmi zan ve tahmine dayanır, zanna dayanarak hükmün kesinleşmesinden sözedilemez. Razi, bu görüşü savunanlara şu şekilde cevap vermektedir:
“Onların rüya görmeleri ister doğru ister yalan olsun, Allah (c.c.) Yusuf (a.s.)’a iki gencin akibetlerini vahyetmiştir. Orada bulunanlar Yusuf (a.s.)’in bu hükmü tabire dayanarak söylediğini zannettiler. Şöyle demek de mümkündür: Yusuf (a.s.) bu hükmü tabir ilmine dayanarak söylemiştir. Çünkü o, “sormuş olduğunuz mesele hakkındaki hüküm böyle verilmiştir” derken, vermiş olduğu hükmün mutlaka gerçekleşeceğini kasdetmemiştir. Bilakis, o sordukları rüyanın tabirini söylemiştir”.
Said Havva, “o ikisinden kurtulacağını zannettiği kimseye dedi ki” ayetinde, zannedenin Yusuf (a.s.) olduğunu belirtmiştir. Buna göre Yusuf (a.s.), eğer aldığı vahye dayanarak tabir yapmışsa buradaki zan, yakin anlamındadır. Fakat tabiri kendi içtihadıyla yapmışsa, zan kelimesi esas manasındadır.3
2- Mısır Melikinin Rüyası
Mısır melikinin rüyası ve bu rüya ile ilgili gelişmeler, Yusuf suresi, 43-49.ayetlerde anlatılmaktadır.Yusuf (a.s.) hapiste iken melik bir rüya görmüş ve çok etkilenmiştir. Tabirini öğrenmek için tabircileri, kahinleri, alimleri, idarecileri ve danışmanlarını çağırdı. O, rüyasında yedi zayıf ineğin, yedi iri ve semiz ineği yediğini, yedi yeşil başakla kuru başaklar görmüştü. Yedi zayıf ineğin yedi semiz ineği yemesi hayra alamet değildi.
Bunun kendisi veya ülkesi için kötü birşeye delalet ettiğini tahmin ederek korktu. Görüldüğü gibi rüya remizli ve kanşıkü. Tabirciler bu remizleri ve delalet ettiği şeyleri anlayamadıklarından, rüyanın “karmakarışık düşlerden” ibaret olduğuna hükmettiler.
Yusuf (a.s.)’ın, hapishane arkadaşlarından olup da, hapisten kurtulmuş olan zat, bu hadise vesilesiyle Yusuf (a.s.)’ı hatırladı. Yusuf (a.s.) onun ve arkadaşının rüyalarını yorumlamış, rüyalan aynen onun yorumladığı gibi gerçekleşmişti. Bu durumu anlatınca, melik onu Yusuf (a.s.)’ a gönderdi. O da rüyayı şöyle tabir etti: “Yedi yıl adetiniz üzere ekin ekersiniz. Yetişen mahsulü yiyeceğiniz az bir miktar hariç, depolarsınız. Çünkü bunun ardından yedi yıl kıtlık olacaktır, önceki bolluk yıllannda biriktirdiğiniz mahsulleri, sonra gelecek olan kıtlık yıllannda tüketirsiniz. Bunun ardından tekrar bir yıl gelecek ki artık o yılda Allah (c.c.) insanlara yardım edecek ve yine bolluk olacaktır. Meyve sulan, yağ, süt vs sıkıp içeceksiniz.
Bu yorum melikin aklına yattı ve onu rahatlattı. Bunun üzerine Yusuf (a.s.)’ı hapisten çıkararak, hazinelerin başına, yüksek makamlara getirdi. Gerçekten rüya Yusuf (a.s.)’ın tabiri üzere gerçekleşti.
Konuyla ilgili ayetlerin tefsirleri hakkında müfessirlerin görüşleri şöyledir:
“Kral dedi ki:”Ben, Crüyada) yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek gördüm. Ayrıca, yedi yeşil başak ve diğerlerini de kuru gördüm. Ey ileri gelenler! Eğer rüya yorumluyorsanız, benim rüyamı da bana yorumlayınız”.Hz. Yusuf’un yaşadığı dönemde ülkeyi yönetenlere “melik” deniyordu. “Firavn” unvanı ise Hz. Musa’nın dönemindeki Mısır yöneticilerine verilmekteydi.
Yusuf (a.s.) Mısır’a geldiğinde, oradaki siyasi durum özetle şu idi:
Araştırmalara göre, Yusuf (a.s.) M.Ö. 1906’da doğmuş, M.Ö.1890 yılında kuyuya atılmıştır. Kervan tarafından Mısır’a getirildiğinde, Mısır’ı yöneten onbeşinci hanedan olarak Hiksus’lar hüküm sürüyordu.1 Hiksus’lar, Arap ırkına mensuptu. M.Ö. 2000 yıllarında, Suriye-Filistin’den göç edip, Mısır’a gelmiş ve yönetimi ele geçirmişlerdi. Hiksus’lara “Amalik” ismi verilir. Kenani’dirler. Hiksuslar, Mısır’da, M.Ö.1900 yılından, M.ö.l525’e kadar hüküm sürmüşlerdir. Mısır’ı yöneten 13. sülale ile, :8. sülale, Hiksus’lardır. Mısır’ın esas yerlileri olan Kiptiler o devirde yukan Mısır’da, Tibe şehrinde hüküm sürüyordu. Fakat Mısır, aşağı Mısır’daki idareciler tarafından yönetiliyordu. M.Ö.15.yy.’ın sonunda baş gösteren bir ayaklanma neticesi, Mısır’da yönetim tekrar Kıpti’lerin eline geçti. Yaklaşık ikiyüzellibin Amalika’lı, ülkeden sürüldü.
Hiksuslar Mısır’a geldiklerinde dini inanışlarından vazgeçmemişler, kendi ilahlarını Suriye’den Mısır’a taşımışlardı. Bu yüzden, Firavn unvanım benimsemediler. Çünkü bu Kıpti’lerin o devirdeki dini inanışlarından kaynaklanan bir unvandı.
Yukarıda bahsedilen bu ayrıntı, Tevrat’ta bulunmamakta, Yusuf (a.s.) zamanındaki yönetici için de “Firavn” unvanı kullanılmaktadır: “Ve iki tam yıl sonunda vaki oldu ki, Firavn bir rüya gördü; ve işte ırmağın yanında duruyordu. Ve işte, ırmaktan bakılışta güzel ve ette semiz yedi inek çıktı. Ve işte ondan soma, bakılışta çirkin ve ette cılız başka yedi inek çıktı…”
Yapılan araştırmalara göre, Yusuf (a.s.)’ın çağdaşı olan, Hiksus Kralı Apophis’tir. Alusi’ye göre melikin adı “Reyyan”dır. O devirde Mısır’ın başkenti, Memphis idi. Bu kente ait kalıntılara, Nil nehri kıyısında Kahire’nin güneyine 14 mil mesafedeki bölgede rastlanılmıştır.
O dönem hakkında fikir veren bu tarihi bilgilerden sonra tekrar esas konumuz olan melikin gördüğü rüyaya dönelim.
Rüya, meliği korkutmuştu. Çünkü, zayıf ve cılız olan, kuvvetliye hakim oluyordu. Melik, fıtraten bu rüyanın iyiye alamet olmadığım seziyor, fakat mahiyetini anlayamıyordu. Eğer bir şey bir yönden bilinir, başka bir yönden bilinmez ise insanda o şeyi öğrenme arzusu daha da kuvvetli olduğundan melik rüyanın tabirini çok merak ediyordu. Üstelik rüya sıradan bir insanın rüyası değil, memleketin idarecisinin rüyası idi. Gördüğü bu rüya halkını da ilgilendirebilirdi. Bundan dolayı ülkedeki, rüya yorumcularını, kahinleri, müneccimleri, ileri gelenleri, bilginleri, rüyasını yorumlatmak için çağırdı. Fakat Allah (c.c), orada rüyayı yorumlamak için bulunanları aciz bıraktı. Onlar rüyayı yorumlayamadılar. Çünkü Allah (c.c.) bu rüyayı Yusuf (a.s.)’ın hapisten kurtulması için vesile kılmıştı.
Alusi, rüya tabiri ilmini şöyle tarif etmiştir: “Rüya tabiri; uykudaki görüntülerden, bunların dışardaki karşılıkları olan afaki ve enfüsi (yani levhi mahfuzdaki ve nefisteki) durumların, benzerlerine ve görüntülerine geçmektir”.
“(Yorumcular) dediler ki: Bunlar karmakarışık düşlerdir. Biz böyle düşlerin yorumunu bilenlerden değiliz.”
“(Zindandaki) iki kişiden kurtulmuş olan , uzun bir zaman sonra (Yusuf u) hatırlayarak dedi ki: “Ben size onun yorumunu haber veririm, beni hemen (zindana) gönderin”.
“(Yusuf’un yanına gelerek dedi ki:) Ey Yusuf, ey doğru sözlü kişi! (rüyada görülen) yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek ile, yedi yeşil başak ve diğerleri de kuru olan (başaklar) hakkında bize yorum yap. Ümit ederim ki, insanlara (isabetli yorumunla) dönerim de belki onlar da doğruyu öğrenirler”.
Daha önce de belirttiğimiz gibi Yusuf (a. s.) döneminde rüya tabiri ilmi revaçtaydı. O devirdeki kahinler, rüya tabirini bir ilim haline getirmişlerdi. Uyuyanın gördüğü remizleri çözmek için, birtakım usuller geliştirmişlerdi. Nitekim o devirdeki Kıpölerden kalan bazı sayfalarda, rüya tabiri ile ilgili kaide ve işaretlere rastlanmıştır.
Melik rüyasını anlatınca kahinler: “senin gördüğün rüya “adğasü ahlam”dır (yani karmakarışık, tabiri olmayan düşlerdir). Biz böyle rüyaların yorumunu bilemeyiz” demişlerdi. Kahinlerin bu sözleri hakkındaki görüşler şunlardır
a- Kahinler, bu sözle melikin rüyasını tabir etmişlerdir. Rüyanın karmakarışık olduğunu söylemek, onu tabir etmektir. Onlara göre bu, manası olmayan kazib bir rüyadır. Ancak sadık rüyalar ilerde meydana gelecek olayları bildirebilir.
b- Kahinler, melikin gördüğü rüyanın tabiri olduğunu, fakat çözemediklerini söylemişlerdir. Yani rüyayı tabir etmemişlerdir.
Alusi, birinci görüşü savunanların Hz. Muhammed’in “rüya, ilk tevil edenin tevili üzere meydana gelir” hadisiyle çeliştiklerini söylemektedir. Nitekim Belhi, kahinlerin tabir etmelerine rağmen, Yusuf (a.s.)’ın melikin rüyasını ikinci defa tabir ettirmesini delil göstererek, yukarıdaki hadisin batıl olduğuna hükmetmiştir. Alusi, Belhi’nin bu görüşünü naklettikten sonra, Ebu Davud ve İbni Mace’nin, Ebu Razin’den rivayet ettikleri şu hadisi zikreder, “Rüya, tabir edilmediği sürece kuşun kanadındadır. Tabir edilince düşer”. Alusi’ye göre, eğer bu hadis sağlam kaynaklı ise manası açıktır. Buna göre kahinlerin, melikin rüyası hakkında, “adğasü ahlam” demeleri bağlayıcıdır. Onların bu sözünden sonra başka bir açıklamaya, tabire gerek yoktur. Aksi takdirde Hadis-i Şerif ile bu olayı bağdaştırmak, zordur.
İbnü’l- Müneyyir, ikinci görüşü tercih etmiştir. Yani esasında rüyanın tabiri vardır. Çünkü melik, kahinlere “eğer rüya tabir ediyorsanız” demiştir. O, bu sözle tabircilerin, rüyasını tabir edip – edemeyecekleri hakkında duyduğu şüpheyi belirtmiştir. Aynı şekilde hapisten kurtulan genç, bana müsade edin rüyayı bir de Yusuf(a.s.)’a anlatayım derken, kahinlerin rüyayı tabir edemediklerini, ama daha bilgin olan birisinin rüyayı tabir edebileceğini söylemek istemiştir. Bu da ikinci görüşü destekleyen bir delildir.
Razi, kahinlerin rüya hakkında söylediklerini şöyle değerlendirmektedir: “Orada bulunanlar, rüya tabirini bilmediklerini değil melikin rüyasının karışık bir rüya olduğunu, böyle rüyalann tabirini bilemediklerini söylemişlerdir. Onlar, rüya hakkında bunlar “karmakanşık görüntülerdir” derken, rüyayı ikiye ayırmışlardı. Buna göre rüyalar
a- Düzgün rüyalardır. Bu rüyalarda, hayale yansıyan görüntülerden, akli ve ruhani gerçeklere geçiş kolaydır.
b- Kanşık ve düzensiz rüyalardır. Bu rüyalarda bir tertip yoktur. Bu rüyalara “adğas-ü ahlam” denir. Melikin rüyası da bu tür bir rüya olduğu için orada bulunanlar “biz bu kanşık rüyanın yorumunu bilemeyiz” demişlerdi.” Bu demektir ki rüya tabiri ilminde daha fazla derinleşenler, bu konuda daha bilgili olanlar rüyanın yorumunu yapabilir.
Bize göre melikin yanında bulunanlar, rüyanın mahiyetini kavrayamamışlardı. Melikin gördüğü rüya aslında “sadık rüya” idi. Fakat tabirciler, rüyadaki asıl öğelerin, remiz ve sembollerin manasını kavrayamadıklan için bu rüyayı “kazib, yani gerçekte hiçbir mana ifade etmeyen, boş ve önemsiz” zannettiler. Tabircilerin yanıldıklan ve anlayamadıklan nokta bu idi. Çünkü, Allah (c.c.) onların basiretlerini bağlamış, rüyayı tabir etmeyi Yusuf (a.s.)’a nasip etmişti. Bu rüya onun hapisten çıkmasına vesile olacaktı.
Tabirciler melikin gördüğü rüyanın tabiri olmadığını söylediler. Halbuki vardı. Onlar böyle demekle, rüyanın tabirini yapmamışlardı ki biz bu hadiseyi delil kabul edip, Hz. Muhammed’in “Rüya ilk tabir edenin tabiri üzere gerçekleşir” hadisini reddelim.
Razi, tabircilerin “adğas-ü ahlam” ile remizli olan sadık rüyayı kasdettiklerini söylemektedir. Sadık rüyalar iki kısımdır. Manası anlaşılan, açık olanlar ve manası kapalı, remizli olanlardır. Razi’ye göre tabirciler ikinci kısımdan olan sadık rüyayı kasdetmişlerdir. Yani “melikin rüyası, remizlidir, bu remizleri biz çözemiyoruz ama iyi bilen biri çözebilir” demişlerdir. Tabirciye remizli rüyalar için ihtiyaç duyulur. Remizli olmayan sadık rüyanın tabir edilmesi için tabirciye gerek yoktur. Tabirciler, remizli rüyalan tabir edemiyorlarsa acaba hangi rüyalan tabir ederler. Onlar hakkında “rüya tabirini biliyorlar” diyebilmemiz için, onların remizli rüyalan tabir edebilmeleri gerekir.
Bize göre tabirciler Melikin rüyası hakkında “bu sadık rüyadır, fakat remizlidir, dolayısıyla biz yapamıyoruz bizden daha bilgili birisi bu rüyayı tabir edebilir” dememiş,”bu sadık değil, manası olmayan boş, rüyadır, böyle rüyaların da tabiri olmaz demişlerdir.
Tabirciler her ne kadar, melikin rüyası hakkında “boş, karmakarışık bir rüyadır, tabiri olmaz” demişlerse de melik onların bu sözlerine inanmamıştır. Nitekim melikin sakisi de ayrn kanaatte olduğundan, rüyayı bir de hapiste tanıdığı Yusuf (a.s.)’a sormak istedi ve melikten izin isteyerek, hapishaneye Yusuf (a.s.)’ın yanma gitti.
İbn Abbas’dan rivayet edildiğine göre, Yusuf (a.s.)’ın bulunduğu hapishane melikin bulunduğu şehrin dışındaydı. Başka bir rivayete göre, melikin şehrindeydi. Ebu Hayyan, Yusuf (a.s.)’ın bulunduğu hapishanenin, Nil nehri kıyısında bir yerde olduğunu, Fustat şehriyle arasında sekiz mil mesafe bulunduğunu söylemiştir.
Melikin sakisi, Yusuf (a. s.)’in hala hapiste olduğunu kesin olarak biliyordu. Çünkü Yusuf (a. s.) özel bir mahkumdu. Eğer salıverilse veya ölüme mahkum edilse idi melik ve ona yakın çevreler tarafından mutlaka duyulurdu. Neticede hapiste Yusuf (a.s.)’ı buldu ve ona melikin gördüğü rüyayı anlaup yorumunu sordu :
“Yusuf dedi ki: Yedi sene adetiniz üzere ekin ekersiniz. Sonra da yiyeceklerinizden az bir miktar hariç, biçtiklerinizi başağında (stok edip) bırakınız.”
“Sonra bunun ardından, saklayacaklarınızdan az bir miktar (tohumluk) hariç, o yıllar için biriktirdiklerinizi yeyip bitirecek yedi kıtlık yılı gelecektir.”
“Sonra bunun ardından da bir yıl gelecek ki o yılda insanlara (Allah tarafından) yardım olunacak ve o yılda (meyvesuyu ve yağ) sıkacaklar.”
Yusuf (a.s.) rüyayı yorumlarken, “yedi bolluk yılında biriktirdiklerinizi, yedi kıtlık yılı yiyecek” demiştir. Yılların yemesi mecazidir. Çünkü yıllar yemez. Yiyen, o yularda yaşayan insanlardır.
Yusuf (a.s.) rüyayı tabir ederken, rüyadaki görüntülerin tabirinden başka bilgiler de vermiştir. Mesela; Yedi bolluk yılını takibeden yedi kıtlık yılından sonra, hayırlı ve bol nimetli bir yıl geleceğini bildirmiştir. Bu son bir yıla ait melikin rüyasında herhangi bir işaret yoktur. Katade’ye göre, Yusuf (a.s.) bunu rüyanın tabirine dayanarak değil vahye dayanarak söylemiştir.
Yukarıdaki görüşe itiraz olarak; “rüyada yedi cılız inekten bahsedilmektedir. Buradaki yedi sayısı kıtlık yıllarının yedi yıl süreceğine işarettir. Kıtlık yıllarından sonra elbette, bolluk yılı gelir. Bunu söylemek için vahye gerek yoktur” denilirse, şöyle cevap verilebilir:
Kıtlık yıUanndan sonra bolluk yılının geleceği vahiyle anlaşılabilir. Fakat, o bolluk yılında insanların yağmura kavuşacaklarını, o yılda bol bol meyve ve yağ sıkıp, süt sağacaklarını söylemek ancak vahiyle bilinebilir.
Rüya Tabirleri
- Rüya ile Amel edilir mi?
- Hz. İbrahim’in Rüyası ve Yorumu
- Hz. Yusuf (a.s) Gördüğü ve Yorumladığı Rüyalar
- Rahmani Şeytani Rüyalar
- Evliya Çelebi'nin Rüyası
- Ayet ve Hadislerde Rüyalar
- Hz. Muhammed (S.A.V) Gördüğü Rüya ve Yorumları
- Rüya Nedir?
- Rüyalarla Gelen Buluşlar
- Rüyanın Bilimsel tarifi
- Rüyalarda İnsan Faktörü
- İslam Dini ve Rüyalar
- Padişahların Rüyaları
- A Harfi ile Başlayan Rüyalar
- B Harfi ile Başlayan Rüyalar
- C ve Ç Harfi ile Başlayan Rüyalar
- D Harfi ile Başlayan Rüyalar
- E Harfi ile Başlayan Rüyalar
- F Harfi ile Başlayan Rüyalar
- G Harfi ile Başlayan Rüyalar
- H Harfi ile Başlayan Rüyalar
- I ve İ Harfi ile Başlayan Rüyalar
- J Harfi ile Başlayan Rüyalar
- K Harfi ile Başlayan Rüyalar
- L Harfi ile Başlayan Rüyalar
- M Harfi ile Başlayan Rüyalar
- N Harfi ile Başlayan Rüyalar
- O ve Ö Harfi ile Başlayan Rüyalar
- P Harfi ile Başlayan Rüyalar
- R Harfi ile Başlayan Rüyalar
- S ve Ş Harfi ile Başlayan Rüyalar
- T Harfi ile Başlayan Rüyalar
- U ve Ü Harfi ile Başlayan Rüyalar
- V Harfi ile Başlayan Rüyalar
- Y Harfi ile Başlayan Rüyalar
- Z Harfi ile Başlayan Rüyalar
Seçme Hadisler ve Sözler
Her kim bir Müslüman’ın ayıbını örterse, Allahu Teala ahirette onun ayıbını örter. Hz. Muhammed (S.A.V.)
Her Anımız Bir Dua
Ey bağışlaması ve ihsanı sonsuz olan Allah'ım! Ayıplarımızı ört, kalplerimizi pak eyle; hastalarımıza şifa; dertlilerimize deva, borçlarımızı ödemek imkanı ver. Din ve dünya işlerimizi islah eyle Ya Rabbi!