Yıldızname Nedir?

Yıldızname Nedir?

  • 25 Nisan 2021

Sevgili Medyum Recep Kaplan ziyaretçileri

Yılzdızname nedir yıldızname nasıl bakılır bu konularda size bilgi vermeye gayret edeceğim.

Öncelikle bugüne kadar Yıldızname hakkında tüm bildiklerinizi unutun çünkü Yıldızname hakkında yazılanların tamamı gerçek dışı abartılı kısaca yalan ve hayal ürünü. Bu yazıyı hazırlamadan önce nette Yıldızname ile ilgili birçok yazı okudum hepside yalan dolan hayal ürünü ve abartı şeyler olduğunu gördüm.

Yıldızname Nedir?

Yıldızname Nedir? Diye soracak olursanız Yıldızname Burç kitabı yani Horoskopta yani Zodyak ta yer alan 12 burcun özelliklerini anlatan bir kitap yani Osmanlıca Farsça Arapça yazılmış bir Burç Kitabı.

İçerisinde modern Astrolojide olduğu gibi Astronomik olarak gökkubbede yer alan 12 Takım Yıldızına burç denir. Astrominin incelediği takım Yıldızlarıyla Batı Astrolojisinin hiçbir alakası yoktur. Batı astrolojisi Mevsimleri esas alarak çıkartılır. Bir insanın anne karnından çıkıp ilk nefesini aldığı anda gökyüzü konumunu gösteren şemaya Yıldız Haritası adı verilir. Astroloji Göksel olan cisimlerin İnsanla arasındaki ilişkiyi inceler, Gökbilim ilmi ise Gökyüzünde bulunan Takım Yıldızlarını, Yıldızları, Göksel olan bütün cisimlerin inceleyen bilim dalıdır. Takımyıldızları Hint Astrolojisinde kullanılır. Hint astrolojisi gerek karakter analizi ve gerek dasa sistemiyle yapılan gelecek öngörülerinde başarılı yorumlarıyla ön plana çıkmaktadır. Batı Astrolojisiyle Vedik Astroloji arasında yaklaşık 23,5 derece kayma vardır. Bu kaymaya Ayanamsa adı verilir. Takım Yıldızları aynı zamanda Astronomiyle alakalıdır. Burçlar dört gruba ayrılmıştır: Ateş, toprak, hava ve su. Her grupta üç burç bulunur. Hangi gruba ait olduğunuzu bilerek temel kişilik özelliklerinizi ve tanıdığınız insanları daha iyi anlayabilirsiniz. * Ateş burçları; Koç, Aslan ve Yay'dır. * Toprak burçları; Boğa, Başak ve Oğlak'tır. * Hava burçları; İkizler, Terazi ve Kova'dır. * Su burçları; Yengeç, Akrep ve Balık'tır. Zodyak'a göre burç sırası: Koç, Boğa, İkizler, Yengeç, Aslan, Başak, Terazi, Akrep, Yay, Oğlak, Kova, Balık. Bu sıralamayla burcunuzun Zodyakda (burçlar kuşağı) kaçıncı burç olduğunu öğrenebilirsiniz.

1) Koç (hamel) burcu, 21 Mart-19 Nisan.

2) Boğa (sevr) burcu, 20 Nisan-20 Mayıs.

3) İkizler (cevzâ) burcu, 21 Mayıs-21 Haziran.

4) Yengeç (seretân) burcu, 22 Haziran-22 Temmuz.

5) Aslan (esed) burcu, 23 Temmuz-22 Ağustos.

6) Başak (sünbüle) burcu, 23 Ağustos-22 Eylül.

7) Terazi (mîzân) burcu 23 Eylül-23 Ekim.

8) Akrep (akrep) burcu, 24 Ekim-21 Kasım.

9) Yay (kavs) burcu, 22 Kasım-21 Aralık.

10) Oğlak (cediy) burcu, 22 Aralık-19 Ocak

11) Kova (delv) burcu 20 Ocak-18 Şubat.

12) Balık (hût) burcu, 19 Şubat-20 Mart.

Bu açıklamaların Osmanlıca Arapça ve Farsa yazıldığı Kitabın adına Yıldızname diyoruz.

Yıldızname denince Halkarasında sanki Kutsal bir kitapmış gibi bir inanış söz konusu hani derlerya Hocaya gittim Kitaba baktırdım herşeyi bildi hayretler içerisinde kaldım adeta şok oldum vs vs vs

Yıldıznamede sizin burcunuzun özellikleri yazıyor Yıldıznameye bakan bir kişinin burcunuzun özellikleri dışında sizin hakkınızda söylediği şeylerin tamamı ya yalan yada atmasyondur. Yada atmış tutturmuştur.

Sizlere Yıldızname Nasıl Bakılır?

Yıldıznamede Neler Görülür?

Yıldızname Bakmak için neler gereklidir

Yıldızname baktırılıp ne iş yapacağınız kiminle evleneceksiniz ne zaman kaza geçireceksiniz ne zaman  öleceksiniz gibi konu başlıkları açıp bilgi vermek isterdim ama Yıldızname bir Burç Kitabıdır ve bunları o kitaptan öğrenip sizlere söylemek mümkün değildir. Söyleyenler söylediğini iddia edenlerde kesinlikle yalan söylüyorlardır.

Zaten Yüce Dinimiz Gaybı ancak Cenab-i Allah’ın bildiğini birçok ayetle açıklıyor

Gayb ile ilgili ayetler...

Bakara Suresi, 3. ayet: Onlar, gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.

Bakara Suresi, 33. ayet: (Allah:) "Ey Adem, bunları onlara isimleriyle haber ver" dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber verince de dedi ki: "Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten Ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da Ben bilirim."

Al-i İmran Suresi, 44. ayet: Bunlar, gayb haberlerindendir; bunları sana vahyediyoruz. Onlardan hangisi Meryem'i sorumluluğuna alacak diye kalemleriyle kur'a atarlarken sen yanlarında değildin; çekişirlerken de yanlarında değildin.

Al-i İmran Suresi, 179. ayet: Allah, murdar olanı, temiz olandan ayırt edinceye kadar mü'minleri, sizin kendisi üzerinde bulunduğunuz durumda bırakacak değildir. Allah sizi gayb üzerine muttali kılacak değildir. Ama Allah, elçilerinden dilediğini seçer. Öyleyse siz de Allah'a ve elçisine iman edin. Eğer iman eder ve sakınırsanız, sizin için büyük bir ecir vardır.

En'am Suresi, 50. ayet: De ki: "Size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum ve ben size bir meleğim de demiyorum. Ben, bana vahyedilenden başkasına uymam." De ki: "Kör olanla, gören bir olur mu? Yine de düşünmeyecek misiniz?"

En'am Suresi, 59. ayet: Gaybın anahtarları O'nun Katındadır, O'ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır.

En'am Suresi, 73. ayet: O, gökleri ve yeri hak olarak yaratandır. O'nun "ol" dediği gün (herşey) oluverir, O'nun sözü haktır. Sur'a üfürüldüğü gün, mülk O'nundur. O, gaybı ve müşahede edilebileni bilendir. O, hüküm ve hikmet sahibi olandır, haberdar olandır.

Araf Suresi, 188. ayet: De ki: "Allah'ın dilemesi dışında kendim için yarardan ve zarardan (hiçbir şeye) malik değilim. Eğer gaybı bilebilseydim muhakkak hayırdan yaptıklarımı arttırırdım ve bana bir kötülük dokunmazdı. Ben, iman eden bir topluluk için, bir uyarıcı ve bir müjde vericiden başkası değilim."

Tevbe Suresi, 94. ayet: Onlara geri döndüğünüzde size özür belirttiler. De ki: "Özür belirtmeyiniz, size kesin olarak inanmıyoruz. Allah bize, durumunuzu haber vermiştir. Yaptıklarınızı Allah görecektir, O'nun elçisi de. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilene döndürüleceksiniz ve O, yaptıklarınızı size haber verecektir."

Yunus Suresi, 20. ayet: Bir de derler ki: "Rabbinden üzerine bir ayet (mucize) indirilse ya!.." De ki: "Gayb yalnızca Allah'ındır, siz bekleyedurun; ben de sizlerle birlikte bekleyenlerdenim."

Hud Suresi, 31. ayet: "Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum. Melek olduğumu söylemiyorum ve gözlerinizin aşağılık gördüklerine, Allah kesin olarak bir hayır vermez de demiyorum. Nefislerinde olanı Allah daha iyi bilir. Bu durumda (bunun aksini yaparsam) gerçekten o zaman zalimlerdenim (demek)dir."

Hud Suresi, 123. ayet: Göklerin ve yerin gaybı Allah'ındır, bütün işler O'na döndürülür; öyleyse O'na kulluk edin ve O'na tevekkül edin. Senin Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.

Yusuf Suresi, 102. ayet: Bu, sana (ey Muhammed) vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Yoksa onlar, (Yusuf'un kardeşleri) o hileli-düzeni kurarlarken, yapacakları işe topluca karar verdikleri zaman sen yanlarında değildin.

Ra'd Suresi, 9. ayet: O, gaybı da, müşahede edileni de bilendir. Pek büyüktür, Yücedir.

Nahl Suresi, 77. ayet: Göklerin ve yerin gaybı Allah'a aittir. (Kıyamet) Saatin(in) emri de yalnızca (süratli) göz açıp kapama gibidir veya daha yakındır. Şüphesiz, Allah herşeye güç yetirendir.

Kehf Suresi, 26. ayet: De ki: "Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O'nundur. O, ne güzel görmekte ve ne güzel işitmektedir. O'nun dışında onların bir velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz."

Meryem Suresi, 61. ayet: Adn cennetleri (onlarındır) ki, Rahman (olan Allah, onu) Kendi kullarına gaybtan vadetmiştir. Şüphesiz O'nun va'di yerine gelecektir.

Enbiya Suresi, 49. ayet: Onlar, Rablerine karşı gayb ile (O'nu görmedikleri halde) bir haşyet içindedirler ve onlar, kıyamet saatinden 'içleri titremekte olanlardır.'

Mü'minun Suresi, 92. ayet: Gaybı ve müşahede edilebileni bilendir; onların ortak koştuklarından Yücedir.

Neml Suresi, 65. ayet: De ki: "Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka kimse bilmez. Onlar ne zaman dirileceklerinin şuuruna varmıyorlar."

Secde Suresi, 6. ayet: İşte gaybı da, müşahede edilebileni de bilen, üstün ve güçlü olan, esirgeyen O'dur.

Sebe Suresi, 3. ayet: İnkar edenler, dediler ki: "Kıyamet-saati bize gelmez." De ki: "Hayır, gaybı bilen Rabbime andolsun, o muhakkak size gelecektir. Göklerde ve yerde zerre ağırlığınca hiçbir şey O'ndan uzak (saklı) kalmaz. Bundan daha küçük olanı da, daha büyük olanı da, istisnasız, mutlaka apaçık bir kitapta (yazılı)dır."

Sebe Suresi, 53. ayet: Oysa daha önce onu inkar etmişlerdi; onlar uzak bir yerden gayba atıp tutuyorlardı (dil uzatıyorlardı).

Fatır Suresi, 18. ayet: Hiçbir günahkar bir başka günahkarın günahını yüklenemez. Eğer yükü ağır olan kimse (bir başkasını) onu taşımaya çağırsa, -bu, yakın-akrabası da olsa- kendisine ondan hiçbir şey yükletilmez. Sen, yalnızca gayb ile Rablerinden 'içleri titreyerek-korkmakta' olanları ve dosdoğru namazı kılanları uyarırsın. Kim temizlenip-arınırsa, artık o, kendi nefsi için temizlenip-arınmıştır. Sonunda dönüş Allah'adır.

Fatır Suresi, 38. ayet: Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilendir. Gerçek şu ki O, sinelerin özünde (saklı) olanı bilir.

Yasin Suresi, 11. ayet: Sen ancak, zikre (Kur'an'a) uyan ve gayb ile Rahman olan (Allah')a (karşı) içi titreyerek korku duyan kimseyi uyarırsın. İşte böylesini, bir bağışlanma ve üstün bir ecirle müjdele.

Zümer Suresi, 46. ayet: De ki: "Ey gökleri ve yeri yaratan, gaybı ve müşahede edilebileni bilen Allah'ım. Anlaşmazlığa düştükleri şeylerde, kullarının arasında sen hüküm vereceksin."

Hucurat Suresi, 18. ayet: Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. Allah, yaptıklarınızı görendir.

Kaf Suresi, 33. ayet: Görmediği halde Rahman'a karşı 'içi titreyerek korku duyan' ve 'içten Allah'a yönelmiş' bir kalp ile gelen içindir.

Tur Suresi, 41. ayet: Yoksa gayb (bilgisi) onların katında mıdır, böylece yazıp-duruyorlar?

Necm Suresi, 35. ayet: Gaybın ilmi onun yanında da o mu görüyor?

Hadid Suresi, 25. ayet: Andolsun, Biz elçilerimizi apaçık belgelerle gönderdik ve insanlar adaleti ayakta tutsunlar diye, onlarla birlikte kitabı ve mizanı indirdik. Ve kendisine çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demiri de indirdik; öyle ki Allah, Kendisi'ne ve elçilerine gayb ile (görmedikleri halde) kimlerin yardım edeceğini bilsin (ortaya çıkarsın). Şüphesiz Allah, büyük kuvvet sahibidir, üstün olandır.

Haşr Suresi, 22. ayet: O Allah ki, O'ndan başka İlah yoktur. Gaybı da, müşahede edilebileni de bilendir. Rahman, Rahim olan O'dur.

Cum'a Suresi, 8. ayet: De ki: "Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir."

Tegabün Suresi, 18. ayet: Gaybı da, müşahede edilebileni de bilen, Aziz (üstün ve güçlü), Hakim (hüküm ve hikmet sahibi)dir.

Mülk Suresi, 12. ayet: Gerçek şu ki, Rablerinden gayb ile (O'nu görmedikleri halde) içleri titreyerek-korkanlara gelince; onlar için bir mağfiret (bağışlanma) ve büyük bir ecir vardır.

Kalem Suresi, 47. ayet: Yoksa gayb (görünmeyenin bilgisi) onların yanında mıdır ki, kendileri yazıp duruyorlar?

Cin Suresi, 26. ayet: O, gaybı bilendir. Kendi gaybını (görülmez bilgi hazinesini) kimseye açık tutmaz (ona muttali kılmaz.)

Tekvir Suresi, 24. ayet: O, gayb (haberlerin)e karşı (söylediklerinden dolayı) suçlanamaz (ya da cimrilikte bulunup kıskançlık yapmaz.)

Bu Ayetlerden anlaşılacağı üzere Gaybı yalnızca Allah (c.c.) bilir.

Fakat Olacak bazı olayları hissetmek Hissi Kablel Vuku, Önsezi, Öngörü, Altıncı His, Rüya Yoluyla, İlham Yoluyla mümkündür.

Birçok Peygamberin, Evliyanın, Medyumun Gelecek ile ilgili tahminleri çok isabetli sonuçlar vermiş söyledikleri birebir gerçekleşmiştir.

Bunlara örnek vermemiz gerekirse

Peygamberimizin gelecekle ilgili sözleri

Öncelikle, Allah gaybı herkese bildirmez; ancak dilediği resul müstesna. Allahü Teâlâ bildirirse, Resulullah da gaybı, gelecekte olan şeyleri bilir.

Peygamberimizin gelecekle ilgili sözleri

Önce gelecekle ilgili ayet mealleri:

"Allah, müminleri bulunduğu şu durumda bırakmaz, temizi pisten ayırır. Allah size gaybı da bildirmez. Ama Allah Resullerden dilediğini seçip, ona gaybı bildirir. Artık Allah’a ve resullerine inanın, eğer iman eder, müttaki olursanız sizin için de çok büyük bir ecir vardır." [Al-i İmran 179]

"O, gaybın bilgilerini [vahiy ile bildirilen gizli şeyleri sizden] esirgemez." [Tekvir 24]

Resulullah efendimizin mucize olarak gelecekten haber verdiği (Bir zaman gelecek) diye başlayan hadis-i şeriflerden bazıları şunlardır:

(Bir zaman gelecek, insanlar, yalnız parayı düşünüp, helal haram düşünmeyecekler.) [Buhari]

(Rüşvet, hediye adı altında verilecek, gözdağı için suçsuz kişiler öldürülecek.) [İ. Gazali]

(Âmirler, imamlar, namazı öldürecek, vaktinden sonraya bırakacaklar.) [Müslim]

(Peygamberim diyen yalancılar çıkacak, benden sonra peygamber gelmeyecek.) [Mişkat] (Peygamberim diyen birçok yalancı çıkmıştır.)

(Sünnetimi öldürerek dini bozmaya çalışan kimseler çıkacak.) [Deylemi]

(Bir zaman gelecek, beni yalanlayanlar çıkacaktır. “Hadisi bırak, Kur'ana bak” diyeceklerdir.) [Ebu Ya’la]

(Kâfirler için gelmiş olan âyetleri, müslümanları kötülemek için delil olarak kullanacaklar.) [İbni Ömer] (Vehhabiler, müşrikler hakkında inen âyetleri müslümanlar için, rafiziler de münafıklar hakkında inen âyetleri Eshab-ı kiram için delil gösterdiler. Resulullahın mucizesi meydana çıktı.]

(Sünnet, bid’at gibi çirkin, bid’at de sünnet gibi rağbet görecek. Sünnete uyan garip olacak, yalnız kalacak. Bid’ate uyan, çok yardımcı bulacaktır.) [Şir’a]

(Kur’an, dünyalık için okunacaktır.) [Ebu Davud]

(Camilerde binden fazla kişi namaz kılacak, içlerinde bir mümin bulunmayacak.) [Deylemi]

(Âlimler fitne unsuru olacak, camiler ve hâfızlar çoğalacak, ama, hakiki âlim hiç bulunmayacak.) [Ebu Nuaym]

(Sonra gelenler, önceki âlimleri cahillikle suçlayacak.) [Asakir]

(Din âlimi kalmayacak, din adamı yerine geçirilen cahiller, bilmeden fetva verecek, herkesi, doğru yoldan çıkarmaya çalışacak.) [Buhari]

(Din adamları, halkın istediği yönde fetva verecek, helale haram, harama helal diyecekler, dini, ticarete, menfaate alet edecekler.) [Deylemi]

(Hacca, hükümdarlar [devlet başkanları] gezi için, zenginler ticaret, fakirler dilenmek, din görevlileri de gösteriş için gidecekler.) [Hatib]

(Kişi dinini ve dünyasını ancak para ile ayakta tutabilecek, altını gümüşü [parası pulu] olmayan rahat edemeyecek.) [Taberani]

(İnsanın bütün kaygısı midesi olacak, şerefi mal, kıblesi kadın, dini para olacak.) [Sülemi]

(Her asır, öncekinden daha kötü olacak, böylece Kıyamete kadar hep bozulacak.) [Hadika]

(İstanbul fethedilecektir. Bunların kumandanı ne güzel emir, askerleri ne güzel askerdir.) [Hakim, İ. Ahmed, İ. Süyuti]

(Ey dağ, sallanma, üstünde bir Peygamber, bir sıddık, iki de şehid var.) [Buhari] (Hazret-i Ömer ve Hazret-i Osman’ın şehid olacağını haber verdi.)

(Ya Osman halife olacaksın, hilafet gömleğini çıkarmak isteyecekler, sakın çıkarma! O gün oruçlu olacak, benim yanımda iftar edeceksin.) [Hakim] (Aynen vaki olmuştur.)

(İnsanlar temizlikte fazla titiz olacak, vesvese edip dinde haddi aşacaklar.) [Ebu Davud]

(Çeşitli isimler altında şaraplar çıkacak, helal sayılacak.) [İ.Ahmed]

(Ortalık bozulacak, dine uymak avuçta ateş tutmak gibi zor olacak.) [Hakim]

(Köpek beslemek, evlat yetiştirmekten daha cazip olacak.) [Hakim]

(Kötü kadınlar, çoğalıp, zina bir toplum içinde yayılırsa, halk, daha önce görülmemiş [frengi, AIDS gibi] bulaşıcı hastalıklara maruz kalır. Ölçüde, tartıda hile yapılırsa, geçim darlığı baş gösterir.) [Beyheki]

(Erkekler azalacak, kadınlar çoğalacak.) [Buhari]

(Çalgı her yere yayılacak, güvenlik güçleri çoğalacak.) [Beyheki]

(Anarşi ve ölüm çoğalacak.) [İbni Mace]

(İşler, ehli olmayana verilecek.) [Buhari]

(Bu dinin başlangıcı gibi, sonu da garip olacak!) [Tirmizi]

(Sadece tanıdıklara selam verilecek ve yazarlar çoğalacak.) [Hakim]

(Zengine malı için tazim edilecek, fuhuş yayılacak, piçler çoğalacak. Büyüğe hürmet, küçüğe de merhamet edilmeyecek. Kurtlar, kuzu postuna bürünecek.) [Hakim]

Kıyametin kopması ile ilgili hadis-i şerifler:

(Erkek erkekle, kadın kadınla yetinmedikçe, kıyamet kopmayacak.) [Hatib]

(Lutilik mubah sayılmadıkça kıyamet kopmayacak.) [Deylemi]

(Deprem, fitne, katillik artmadıkça, kıyamet kopmayacak.) [Buhari]

(Kardeşler farklı dinden olmadıkça kıyamet kopmayacak.) [Deylemi]

(Kötüler dünyaya hakim olmadıkça kıyamet kopmayacak.) [Tirmizi]

(Müslümanlarla Yahudiler savaşmadıkça kıyamet kopmayacak.) [Müslim]

(Allah’a inanan müslüman kaldığı müddetçe kıyamet kopmayacak.) [Müslim]

Yukarıda bildirilen küçük alametlerin çoğu çıktı. Henüz çıkmamış olan küçük alametlerden bazıları şunlardır:

(Kişi yol kenarında kadınla beraber olacak.) [Hakim]

(Konuşan hayvanlar olacak.) [Tirmizi]

(Kıyamet alametidir ki, erkek evde yokken kadının yaptıklarını ayakkabısı haber verecektir.) [İ. Ahmed]

Kıyametin büyük alametleri de şunlardır:

(Mehdi gelecek.) [Ebu Nuaym]

(Deccal gelecek.) [İ.E. Şeybe]

(İsa gökten inecek, duman çıkacak, Kâbe yıkılacak.) [Buhari]

(Dabbet-ül-arz çıkacak) [Tirmizi]

(Yecüc ve Mecüc çıkacak.) [İbni Cerir]

(Ateş çıkacak, güneş batıdan doğacak.) [Müslim]

Güneşin batıdan doğmasını, bâtıniler, batılıların Müslüman olması diye tevil etmişlerse de, bu tevilleri bâtıldır. Çünkü hadis-i şerifte buyuruluyor ki:

(Güneş batıdan doğmadıkça kıyamet kopmaz. Güneş batıdan doğunca, insanlar onu görür ve hepsi de iman ederler. Fakat bu imanları fayda vermez.) [Buhari]

Gaybı yalnız Allah bilir

Gayb, duygu organları ile veya hesap ile, tecrübe ile anlaşılmayan şey demektir. Gaybı ancak Allah bilir. O, Âlim-ül-gayb [gaybı bilen]dir (Haşr 22) ve Allâmül-guyûb [gaybları en iyi bilen]dir. (Sebe 48)

Bu konudaki birkaç âyet meali şöyledir:

(Allah’ın, gaybları en iyi bilen olduğunu hâlâ anlamadılar mı?) [Tevbe 78]

(De ki: Gaybı bilmek Allah’a mahsustur.) [Yunus 20]

(Göklerin ve yerin gaybı Allah’a aittir.) [Hud 123, Nahl 77]

(De ki: Göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka bilen yoktur.) [Neml 65, Hücurat 18]

Gaybı Peygamberler de bilmez. Bu konudaki birkaç âyet-i kerime meali şöyledir:

(Ben gaybı da bilmem.) [Enam 50, Hud 31]

(Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır.) [Enam 59]

(De ki: Eğer ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim.) [Araf 188]

Gaybı cinler de bilmez. Bir âyet meali:

(Cinler gaybı bilselerdi, zelil edici azap içinde kalmazlardı.) [Sebe 14]

Falanca hoca, filanca falcı gaybı biliyor demek küfür olur. Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:

(Falcının, büyücünün veya başka birinin gaybdan verdiği haberlere inanan, Kur’an-ı kerime inanmamış olur.) [Taberani]

Allahü teâlâ dilerse, Peygamberlerine bazı gayblarını bildirir. Bu konudaki iki âyet meali şöyledir:

(Allah size gaybı bildirmez; fakat dilediği Peygamberine gaybı bildirir.) [Al-i imran 179]

(Allah gaybı herkese bildirmez; ancak dilediği Resul müstesna, [Mucize olarak ona bildirir.] Çünkü her Peygamberin önünden ve ardından gözcüler [melekler] salar.) [Cin 26, 27]

Hazret-i Musa’nın, ledün ilmine sahip, yani Allahü teâlânın kendisine gaybları bildirdiği bir zata, (Rabbimizin sana öğrettiği doğruyu bulmama yardım edecek, hayra götürecek bir ilmi bana da öğretmen için, sana tâbi olmak istiyorum) dediği Kur’an-ı kerimde bildiriliyor. (Kehf 66)

Gaybları bilen, ledünni ilme sahip olan bu zatın Hazret-i Hızır olduğu bildirilmiştir. Resulullah efendimize ise, birçok gayblar bildirilmişti. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:

(Saflarınızı tamamlayın. Çünkü sizi elbette arkamdan da görüyorum.) [Müslim]

(Rüku ve secdeleri düzgün yapın, Allah’a yemin ederim ki, sizin rüku ve secde yaptığınızı arkamdan görüyorum.) [Buhari, Müslim] (Gözde görmeyi yaratan Allahü teâlâ, diğer uzuvlarda da görmeyi yaratmaya kadirdir. Resulullahın bu mucizesini inkâr eden, Allah’ın kudretini inkâr etmiş olur.) Resulullah efendimizin gündüz aydınlıkta nasıl görürse, gece karanlıkta da aynen gördüğü Buhari’deki hadis-i şerifte bildirilmiştir.

Evet Allah’tan başka gaybı kimse bilemez. Bilir demek küfürdür. Bir gün Resulullahın devesi kayboldu. Münafıklar bunu fırsat bilip “Hani göklerden, Cennetten, Cehennemden bahsediyordu. Kaybolan devesinin yerini bile bilmiyor” dediler. Münafıkların bu sözü Resulullaha ulaşınca, (Vallahi ben ancak Rabbimin bana bildirdiklerini bilirim. Şu anda Rabbim, bana devemin nerede olduğunu bildirdi. Devem, şu anda falanca yerdedir) buyurdu. Tarif edilen yere gidip deveyi bir ağaca bağlı olarak buldular. (Mevahib-i ledünniyye)

Ancak, Allahü teâlâ bildirirse Resulü de, evliyası da bilebilir. Bunun delillerini yukarıda genişçe bildirdik. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:

(Kalbleriniz temiz olsa idi, siz de benim duyduklarımı duyardınız.) [İ. Ahmed, Taberani] (Bu hadis-i şerifteki gibi kalbi temiz olan Hazret-i Ömer, Medine’den İran’daki ordusunu görüp, komutanı Sariye’ye, “Dağa yanaş” dedi. (Ş. Nübüvve)

Yine bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:

(Geçmiş ümmetler içinde vukuundan önce bazı gaybları haber veren keramet ehli zatlar var idi. Ümmetimden de Ömer onlardandır.) [Buhari, Müslim]

Hazret-i Ömer’inki gibi başka evliyadan da bir çok keramet görülmüştür. Kur’an-ı kerim bunu bildirmektedir. (Neml 38-40, Meryem 24, Al-i imran 37, Kehf 17,18)

Netice: Allahü teâlâ dilediğine gaybı bildirir ve o da gaybdan haber verir. (Avarif-ül-mearif)

Hz. Yusuf (a.s) Gördüğü ve Yorumladığı Rüyalar

Hz.Yusuf'un kaderinde önce öldürülmesinin planlanması, sonra da vazgeçilip kuyuya atılması vardır. Yoksa yanlış kader anlayışında olduğu gibi, kaderin değişmesi, gibi bir durum kesinlikle söz konusu değildir. Hazreti Yusuf Peygamberin kaderi tüm bu ayrıntılarla beraber yaratılmıştır.

Hazreti Yusuf Peygamber daha çocukken bir rüya görmüş ve rüyasının yorumunu babasına sormuştur. Babası Yakup Peygamber ise Hz. Yusuf'un rüyasıyla ilgili yorum yapmış ve onu güzel haberlerle müjdelemiştir. Ancak bununla birlikte rüyasını diğer kardeşlerine anlatmaması konusunda kendisini uyarmıştır. Bu olay Kuran'da şu şekilde bildirilir:

“Hz. Yusuf babasına: Babacığım, gerçekten ben "rüyamda" on bir yıldız, Güneş'i ve Ay'ı gördüm; bana secde etmektelerken gördüm demişti. (Babası) Demişti ki: Oğlum, rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insan için apaçık bir düşmandır. Böylece Rabbin seni seçkin kılacak...” (Yusuf Suresi, 4–6)

Yusuf Peygamber babasına rüyasını anlattığında, babasının rüyasını kardeşlerine anlatmaması konusunda onu uyarmasının sebebi, kardeşlerinin güven vermeyen tavırlarıydı. Yakup Peygamber ilim sahibi, ferasetli bir insan olduğu için oğullarının fitne çıkarmaya müsait olan karakterlerinin ve kıskanç yapılarının farkındaydı. Onları çok iyi tanıdığı için Hz. Yusuf'a tuzak kurabileceklerini de tahmin etmekteydi. Bu nedenle Hz. Yakup şeytanın düşmanlığına dikkat çekmiş, Hz. Yusuf'a temkinli olmasını öğütlemiştir.

Hz. Yusuf'un Kardeşlerinin Tuzak Kurması

Yakup Peygamber Hz. Yusuf'u uyarmakta haklıydı, çünkü kardeşleri onu ve küçük erkek kardeşlerini babalarından kıskanmaktaydılar. İçlerindeki bu kıskançlık öylesine şiddetliydi ki, onları Hz. Yusuf'a tuzak kurmaya kadar götürdü. Bu da Hz. Yusuf'un kardeşlerinin İslam ahlakından uzak olduklarının ve mümin karakteri sergilemediklerinin bir diğer göstergesidir. Onların kurdukları bu tuzak ve Yusuf Peygambere yaptıkları Kuran'da şöyle anlatılır:

"Onlar şöyle demişti: Yusuf ve kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir; oysa ki biz, birbirini pekiştiren bir topluluğuz. Gerçekte babamız, açıkça bir şaşkınlık içindedir. Öldürün Yusuf'u veya onu bir yere atıp-bırakın ki babanızın yüzü yalnızca size (dönük) kalsın. Ondan sonra da salih bir topluluk olursunuz. (Yusuf Suresi, 8–9)

Ayetlerden açıkça anlaşıldığı gibi, kardeşlerinin Hz. Yusuf'a tuzak kurmalarındaki en büyük etken kıskançlıktı. Babalarının Hz. Yusuf'u ve kardeşini daha çok seviyor olduğunu düşünmeleri onları bu kıskançlığa itmekteydi. Yalnızca kendilerine yönelik bir sevgi istiyorlar, kendilerinin sayıca çok oluşları ve birbirlerini pekiştirmeleri nedeniyle sevgiye daha çok hak sahibi olduklarını düşünüyorlardı.

Elbette ki bu, son derece çarpık bir mantıktır. Çünkü Kuran'a göre müminlerin birbirlerini sevmedeki tek ölçüleri takvadır. Kim takvaca üstünse, kim Allah'tan daha çok korkuyor ve O'nun sınırlarını en titiz biçimde koruyorsa, kim en güzel ahlakı gösteriyorsa müminler doğal olarak en çok o kişiyi severler. Açıktır ki, Yakup Peygamber de oğullarına sevgi yöneltirken bunu ölçü almıştır. Hz. Yusuf diğer oğullarından çok daha takva ve güzel ahlaklı olduğu için, bu durumda onu en çok sevmesi son derece doğaldır. Fakat Hz. Yusuf'un kardeşleri bu bakış açısına sahip olmadıkları için, babalarının Hz. Yusuf'a ve kardeşine olan sevgisini de anlayamamışlardır. Bu da onların dinden uzak karakterlerinin önemli bir göstergesidir.

Dikkat çeken ayrı bir yönleri de, babaları hakkında kullandıkları saygısız üsluptur. Babaları üstün bir akıl ve feraset (anlayış) sahibi seçkin bir peygamber olmasına rağmen onlar Hz. Yusuf'a ve kardeşine olan sevgisinden ötürü babalarının "şaşkınlık içinde" olduğunu iddia etmekteydiler. Bir peygambere karşı böyle saygısız bir üslup kullanmaları da onların imani zayıflıklarını göstermektedir. Onların Allah korkularının zayıf olduğunu anlamak için kuvvetli bir delil daha vardır: Hz. Yusuf'u öldürmek istemeleri... Allah'tan korkan, ahirette hesap vereceğine inanan, Allah'ın her an kendisini işittiğini ve gördüğünü bilen bir insanın Allah'ın haram kıldığı böyle bir fiile yanaşmayacağı ve hatta aklından dahi geçirmeyeceği son derece açıktır. Ancak bu kişiler babalarının kendilerini sevmesini sağlamak ya da kıskançlık duygularının neden olduğu öfkelerini dindirmek için, çözümü Hz. Yusuf'u öldürmekte ya da bir yere atıp bırakmakta bulmuşlardır.

Öldürmek zaten haramdır, ancak küçük yaşta bir çocuğu bir yere atıp bırakmak da çok vicdansızca bir harekettir. Bunu yapmayı düşünebilen insanlarda vicdan, merhamet gibi duyguların bulunmadığı son derece açıktır. Görüldüğü gibi, Hz. Yusuf'un kardeşleri acımasız ve zalimdirler.

Üstelik mantık örgüleri de çok bozuktur. Hz. Yusuf'a böyle bir kötülük yapıp, harama girdikten sonra hala "salihlerden olmayı" ummaktadırlar. Elbette ki, bir insan bir kötülük işledikten sonra Allah'tan samimi bağışlanma isterse, düzelmeyi ve salihlerden olmayı umabilir. Fakat bu kişiler yaptıklarının yanlış olduğunu bile bile, önce kötü bir amel işleyip, sonra da salihlerden olmayı planlamaktaydılar. İşte bu, onların sağlıklı bir muhakeme yeteneğine ve mümin karakterine sahip olmadıklarının bir başka delilidir.

Ayetin devamında en zor anında Allah'ın Hz. Yusuf'a yardım ettiği, içlerinden birine onu öldürmek yerine kuyuya atma fikrini ilham ettiği haber verilir:

"İçlerinden bir sözcü dedi ki: Eğer (mutlaka bir şey) yapacaksanız, öldürmeyin Yusuf'u, onu kuyunun derinliklerine bırakıverin de bir yolcu kafilesi alsın. (Yusuf Suresi, 10)

Görüldüğü gibi, her ne kadar kardeşleri Hz. Yusuf'a tuzak kurarlarsa kursunlar, aslında Yusuf Peygamber Allah'ın kendisi için belirlediği kaderi yaşamaktadır. Kimse kendisi için belirlenen kaderin dışına çıkamaz. Allah daha Hz. Yusuf doğmadan çok önce bu kaderi yaratmıştır, Yusuf Peygamber de bu kaderi aynen yaşamıştır.

Bu arada bir konuyu daha hatırlatmak gerekir ki, Hz. Yusuf'un ölümünü engelleyen, onu kuyuya atma fikrini getirerek yaşamasını sağlayan kardeşi değil, Allah'tır. Allah dilemese Hz. Yusuf'un kardeşi onu kuyuya atma fikrini düşünemez ve böyle bir fikir veremezdi. Ancak Hz. Yusuf'un kaderinde önce öldürülmesinin planlanması, sonra da vazgeçilip kuyuya atılması vardır. Bundan dolayı kardeşi böyle bir fikirle gelmiştir. Yoksa yanlış kader anlayışında olduğu gibi kaderin değişmesi gibi bir durum kesinlikle söz konusu değildir. Yusuf Peygamberin kaderi tüm bu ayrıntılarla beraber yaratılmıştır. Kardeşlerinin onu öldürmemeleri de onların bozulmuş bir planıdır. Ancak o planı da en baştan bozulmuş olarak yaratan Allah'tır.

Nitekim Allah bu planı, o daha henüz çocuk yaşta iken, gördüğü rüya aracılığıyla Hz. Yusuf'a bildirmiştir. Hz. Yusuf'un hayatı da, Allah'ın bildirdiği bu rüyayı doğrulayacak şekilde gelişmiştir. Allah kimi zaman dilediği kullarına bu şekilde gaybı haber verebilir. Peygamberimiz Hz. Muhammed'e de (sav), Mekke'yi fethedip orada müminlerle birlikte güven içinde hac yapacağını bir rüya aracılığıyla bildirmiştir. Bu konudaki ayette şöyle buyrulmaktadır:

"Andolsun Allah, elçisinin gördüğü rüyanın hak olduğunu doğruladı. Eğer Allah dilerse, mutlaka siz Mescid-i Haram'a güven içinde, saçlarınızı tıraş etmiş, (kiminiz de) kısaltmış olarak (ve) korkusuzca gireceksiniz. Fakat Allah, sizin bilmediğinizi bildi, böylece bundan önce size yakın bir fetih (nasib) kıldı." (Fetih Suresi, 27)

Allah'ın gaybı bildirmesinin ve olayların da tam bu şekilde gerçekleşmesinin sırrı, bizim için "gayb" olan herşeyin, Allah katında ezelde tespit edilmiş, yaşanmış ve bitmiş olmasıdır. Gayb insanlar için vardır. Zamandan ve mekandan münezzeh olan Allah ise herşeyi yaratan ve bilendir. Tüm zamanı ve tarihi de, tek bir an olarak yaratmıştır.

Yaşanan herşey Allah'ın dilediği şekilde meydana gelir. Ve her birinde müminler için hayır ve güzellikler vardır. Yaşanılan ve sabır gösterilen her zorluğun ardından, Allah dünyada ferahlık ve nimet, ahirette ise sevap ve mükafat verir.

1- Hz. Yusuf’un Zindan Arkadaşı Olan İki Gencin Rüyaları

Hz. Yusuf la birlikte hapse giren iki gencin rüyaları, Yusuf suresi 36., onun rüyaları tabiri de Yusuf suresi 40. ayette anlatılmaktadır.Yusuf (a.s.) bir iftira neticesi, melik tarafından hapse mahkum edildi. Onunla birlikte zindana iki delikanlı daha girdi. Bu iki delikanlıdan birisi melik Reyyan b. Velid’in yemek işlerinden, diğeri de içeceklerinden sorumluydu.1 Rivayetlere göre melik, bu iki gencin yiyecek ve içeceklerine zehir katmalanndan şüphelendi ve ikisini de hapse mahkum etti.

Bu iki genç hapse girdiklerinde, Yusuf (a.s.)’a gördükleri rüyanın tabirini sordular. O da bunların tabirini söyledi. Daha sonra rüyalar aynen bu tabir üzere gerçekleşti.Konuyla ilgili ayetler hakkında müfessirler şu görüşlere yer vermişlerdir:
“Onunla birlikte zindana iki delikanlı daha girdi. Onlardan biri dedi ki: Ben (rüyada) şarap sıktığımı gördüm. Diğeri de: Ben de başımın üstünde kuşların yemekte olduğu bir ekmek taşıdığımı gördüm. Bunun yorumunu bize haber ver. Çünkü biz seni güzel davrananlardan görüyoruz, dedi”.

Müfessirler iki gencin hapse girmelerinin sebebi olarak yukarıda belirtilen rivayeti kabul etmektedir.Talmut’ta ise bir şölen sırasında melikin ekmeğinde taş, şarabında, sinek çıktığı, bunun üzerine sinirlendiği ve onları hapse attırdığı rivayet edilmektedir.
Gençler niçin başkasına değil de, Yusuf (a.s.)’a rüyalarının tabirini sordular? Razi, bu soruyu iki şekilde cevaplamıştır: Onlar, zindana girdiklerinde üzüntülü görünüyorlardı. Yusuf (a.s.) neden üzgün olduklarını sorunca, rüyalannm yorumunu bilemediklerini söylemişlerdi. Veya, Yusuf (a.s.)’ın pekçok meseledeki hünerini görmüşlerdi.

Bu ayetten, o devirde Mısır’da rüya tabiri ilminin revaçta olduğunu anlıyoruz. Melik de gördüğü rüyadan etkilenip, tabirini öğrenmek istemiş, tabir ilminde önde gelenleri yanına çağırmıştı.2 Allah(c.c) birçok peygambere, yaşadıklan devirde revaçta olan şeyleri öğrettiği gibi, Yusuf (a.s.)’a da rüya tabirini öğretmiştir.Gençlerin gerçekte rüya görüp görmedikleri hakkında değişik rivayetler vardır.

a- Onlar, hapse girdiklerinde Yusuf (a.s.)’ın oradakilere “ben rüya tabir edebilirim” dediğini duymuşlardı. Bunun üzerine, rüya görmedikleri halde sırf Yusuf (a.s.)’ı denemek için anlattıklan şeyleri uydurdular. İbn Mes’ud’dan bu görüşü destekleyen bir rivayet vardır.
b- Mücahid’den rivayet edildiğine göre, hapse girdiklerinde, gerçekten rüya görmüşlerdi.
İbn Kesir’e göre, meşhur olan ve çoğunluğun görüşü, “iki gencin gerçekten rüya gördükleridir”.

Melikin içeceklerinden sorumlu olanı, “şarap sıkıyorum” demişti. “Şarabın sıkılması” şöyle anlaşılmalıdır.

a- Bu, şarap üzümünün sıkılmasıdır. Şarap, üzümün sıkılmasından elde edilen suyla yapıldığı için, üzüm lafzı kaldınlıp sadece şarap kelimesi söylenmiştir.
b- Arapçada eğer kastedilen şey kanştınlmadan net bir şekilde anlaşılacaksa, o şey, neticede aldığı şekille isimlendirilir. Buna göre, “Üzüm sıkıyorum” yerine üzümün neticede aldığı şekil olan şarap kelimesi kullanılarak “şarap sıkıyorum” denir.
c- Uman lehçesinde, üzüme şarap denilmektedir. Kur’an bütün Araplann konuştuğu dille indirildiği için, üzüm yerine, şarap kelimesi kullanılmıştır.

Ayette geçen te’vil; tabir, işin neticesi dönüp dolaşacağı yer manasındadır.Gençlerin Yusuf (a.s.)’a “biz seni iyi bir insan olarak görüyoruz”2 demelerinin sebebi hakkında f arklı rivayetler vardın
Bir rivayete göre Yusuf (a.s.) hapiste güzel ahlakıyla herkese kendini sevdirmişti. Hastalarla, üzüntülü olanlarla ilgilenirdi.

Diğer rivayete göre, namaz, oruç gibi ibadetlere devam ederek Allah(c.c.)’a devamlı itaat ederdi. Bundan dolayı, tabir hususunda söylediklerine güveniliyordu. Öyle asil ruhluydu ki ondaki takvanın benzeri Mısır’da yaşayan dini liderlerde bile yoktu. Bundan dolayı subaylar ve gardiyanlar ona güveniyorlardı.Kitab- ı Mukaddes’de Yusuf (as)’a duyulan güven şu şekilde ifade edilmektedir.”Ve zindan müdürü, onun elinde olan bütün mahpusları Yusuf’un eline verdi; ve orada yapılan her şeyi yapan o idi. Zindan müdürü onun elinde olan hiç birşeye bakmazdı, çünkü Rab onunla idi, ve yaptığı şeyde Rab ona muvaffakiyet veriyordu”.

Başka bir rivayete göre, Yusuf (a.s.) tabirde hiç hata yapmaz, yaptığı tabirlerde yanılmazdı. Çünkü, rüya tabiri ilmi ona Allah (c.c.) tarafından verilmişti.Gençler rüyalarını anlattıktan sonra:
“Yusuf dedi ki: “Size yedirilecek yemek gelmeden önce onun yorumunu mutlaka size haber vereceğim. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir. Şüphesiz ben Allah’a inanmayan bir kavmin dininden uzaklaştım. Onlar ahireti inkar edenlerin kendileridir”.

Hz. Yusuf gençlerin rüyalarını anlatmalarından sonra bunların yorumuna geçmemiş, onları Allah’ın varlığına, birliğine, ahirete inanmaya, ataları olan İbrahim, İshak ve Ya’kub (a.s.)’ın dinine uymaya, Allah’a ortak koşmamaya çağırmıştır. Müfessirler, Yusuf (a.s.)’ın söze bu şekilde başlamasının nedenleri hakkında şu açıklamalarda bulunmuşlardır:

a- Yusuf (a.s.) bu rüyaların tabirini hemen anlamıştı. Eğer sorularının ardından tabiri söyleseydi, asılacak olan gencin hüznü artardı, belkide Yusuf (a.s.)’a düşmanlık beslerdi. Yusuf (a.s.) bunu önlemek için sözü ve ilmiyle gençleri etkilemek istemiştir. 1
b- Yusuf (a.s.) bu girişle ilimdeki seviyesinin gençlerin tahmininden daha fazla olduğunu bildirmek istemiştir. Bilindiği üzere rüya tabiri bir nevi zan ve tahmindir. Gaybı bilmede bütün insanlar acizdir, hatta peygamberler bile. Fakat Yusuf (a.s.)’a bu ilim Allah tarafından öğretildiği için bu konuda diğer insanlardan daha fazla bilgilidir.
c- Süddi, “size nzık olarak verilecek yemek gelmeden önce” ayetinde yemeğin, uykudaki yemek olduğunu söylemiştir. Yani, Yusuf (a. s.) uykunuzdaki yemekten size haber veririm demekle, rüya tabirindeki bilgisinin bir şeye mahsus olmadığını belirtmiştir.
d- Yusuf (a.s.) onların yumuşak mizaçlı olduklarını anlamış ve peygamber olduğunu söyleyince kabul edeceklerini tahmin etmiştir. Bunun için dünyevi olan rüya tabiriyle değil, ahiretle ilgili olan, dini bilgilerle sözlerine başlamıştır.
e- Asılacak gencin imansız olarak ölmesini istemediği için, ona müslüman olur düşüncesiyle islamiyeti tebliğ etmiştir.
f- Ayette belirtilen yemekten maksat, uykudaki yemek değil uyanıklıktaki yemektir. Rivayete göre, melik birisinin ölümüne hükmettiğinde yemeğine zehir koydurturmuş. Bundan dolayı, Yusuf (a.s.), gençlere gelen yemeğin zehirli olup olmadığım haber verebileceğini söylemiştir. Bu da bir nevi mucizedir.

“Yusuf (a.s.) henüz peygamberlik iddiasinda bulunmadan, neden mucize göstersin. Ayeti mucizeye hamletmek yanlıştır” şeklindeki bir görüşe Razi itiraz etmektedir. Ona göre, Yusuf (a.s.)’ın peygamberliğini daha önce ilan ettiğine dair deliller vardır. Mesela, “Bu Rabbimin bana öğrettiği ilimlerdendir” ayetiyle, “Atalarımın dinine tabi oldum” ayeti Yusuf (a.s.)’ın daha önce peygamberlik şerefine nail olduğunu göstermektedir. Buna dayanarak onun “size gelen yemek (miktarı, rengi, varsa içindeki zehir) hakkında bilgi veririm” diyerek mucize göstermeyi kasdettiğini söyleyebiliriz.

Yusuf (a.s.)’ın gençlere, “bunlar bana Rabbimin öğrettiklerindendir” demesinin sebebi yukarıda belirtilen gaybi ve mucizevi olayları, (rüya tabiri, yemek daha gelmeden hakkında bilgi vermek gibi) kahinlik ve yıldızlardan faydalanmak suretiyle değil, Allah (c.c.)’ın bildirmesiyle yaptığını belirtmektir.2 Yusuf (a.s.)’ın bu sözünden, ona rüya tabiri ilminden başka, şer’i ilimler, hikmet, iktisat, emanet vs. gibi ilimlerin de öğretildiğini anlıyoruz.

Yusuf (a.s.)ın “ben Allah (c.c.)’a ve ahirete inanmayan bir kavmin dinini terkettim” demesi akla şöyle bir soru getirebilir: “Yusuf (a.s.) daha önce inkarcı mıydı?” Bu soruya şu şekilde cevap verilebilir:
a- Hayır o, hiçbir zaman inkara olmamıştır. Nitekim birşeyi terketmek daha önce o şeye dahil olmayı gerektirmez.
b- Yusuf (a.s.) onların yanında köle idi. Kendisine bir zarar vereceklerinden korktuğu için imanını daha önce açıklamayıp “takiyye” yapmış yani imanını gizlemiştir.

“Ey zindan arkadaşlarım! (rüyalarınıza gelince), biriniz (daha önce olduğu gibi) efendisine şarap içirecek; diğeri ise asılacak ve kuştur onun başından (beynini) yiyecekler. Yorumunu sorduğunuz iş bu şekilde) kesinleşmiştir”.Yusuf (a.s.)’ın “sormuş olduğunuz iş hakkında hüküm kesinleşmiştir” demesinin nedeni hakkında şunlar söylenebilir:

a- Onlar gerçekte rüya görmediler, onu denemek için böyle birşey uydurdular.
b- Yusuf (a.s.)’ın yaptığı yorumu beğenmedikleri, bu yoruma sinirlendikleri için rüya görmediklerini söylediler. Yusuf (as.)’ da “siz bana ister yalan söyleyin ister söylemeyin farketmez, sizin hakkınızdaki hüküm kesindir” demiştir.

Yusuf (a.s.) bu yorumu ya vahye dayanarak, ya da tabir ilmine dayanarak yapmıştır. Birincisi olamaz çünkü, Ibn Abbas’dan nakledildiğine göre, o, Yusuf (a.s.)’ın bu hükmü tabire dayanarak söylediğini belirtmiştir. Zaten ayette, “kurtulacağım zannettiğine …” buyurulmuştur. Şayet Yusuf (a.s.)’ın bu tabiri vahy olsaydı, o hüküm hakkında zan kelimesini kullanmazdı. Çünkü vahy, kesin ve yakin bir bilgidir, ikincisi de olamaz çünkü bilindiği gibi rüya tabiri ilmi zan ve tahmine dayanır, zanna dayanarak hükmün kesinleşmesinden sözedilemez. Razi, bu görüşü savunanlara şu şekilde cevap vermektedir:

“Onların rüya görmeleri ister doğru ister yalan olsun, Allah (c.c.) Yusuf (a.s.)’a iki gencin akibetlerini vahyetmiştir. Orada bulunanlar Yusuf (a.s.)’in bu hükmü tabire dayanarak söylediğini zannettiler. Şöyle demek de mümkündür: Yusuf (a.s.) bu hükmü tabir ilmine dayanarak söylemiştir. Çünkü o, “sormuş olduğunuz mesele hakkındaki hüküm böyle verilmiştir” derken, vermiş olduğu hükmün mutlaka gerçekleşeceğini kasdetmemiştir. Bilakis, o sordukları rüyanın tabirini söylemiştir”.

Said Havva, “o ikisinden kurtulacağını zannettiği kimseye dedi ki” ayetinde, zannedenin Yusuf (a.s.) olduğunu belirtmiştir. Buna göre Yusuf (a.s.), eğer aldığı vahye dayanarak tabir yapmışsa buradaki zan, yakin anlamındadır. Fakat tabiri kendi içtihadıyla yapmışsa, zan kelimesi esas manasındadır.3

2- Mısır Melikinin Rüyası

Mısır melikinin rüyası ve bu rüya ile ilgili gelişmeler, Yusuf suresi, 43-49.ayetlerde anlatılmaktadır.Yusuf (a.s.) hapiste iken melik bir rüya görmüş ve çok etkilenmiştir. Tabirini öğrenmek için tabircileri, kahinleri, alimleri, idarecileri ve danışmanlarını çağırdı. O, rüyasında yedi zayıf ineğin, yedi iri ve semiz ineği yediğini, yedi yeşil başakla kuru başaklar görmüştü. Yedi zayıf ineğin yedi semiz ineği yemesi hayra alamet değildi.

Bunun kendisi veya ülkesi için kötü birşeye delalet ettiğini tahmin ederek korktu. Görüldüğü gibi rüya remizli ve kanşıkü. Tabirciler bu remizleri ve delalet ettiği şeyleri anlayamadıklarından, rüyanın “karmakarışık düşlerden” ibaret olduğuna hükmettiler.

Yusuf (a.s.)’ın, hapishane arkadaşlarından olup da, hapisten kurtulmuş olan zat, bu hadise vesilesiyle Yusuf (a.s.)’ı hatırladı. Yusuf (a.s.) onun ve arkadaşının rüyalarını yorumlamış, rüyalan aynen onun yorumladığı gibi gerçekleşmişti. Bu durumu anlatınca, melik onu Yusuf (a.s.)’ a gönderdi. O da rüyayı şöyle tabir etti: “Yedi yıl adetiniz üzere ekin ekersiniz. Yetişen mahsulü yiyeceğiniz az bir miktar hariç, depolarsınız. Çünkü bunun ardından yedi yıl kıtlık olacaktır, önceki bolluk yıllannda biriktirdiğiniz mahsulleri, sonra gelecek olan kıtlık yıllannda tüketirsiniz. Bunun ardından tekrar bir yıl gelecek ki artık o yılda Allah (c.c.) insanlara yardım edecek ve yine bolluk olacaktır. Meyve sulan, yağ, süt vs sıkıp içeceksiniz.

Bu yorum melikin aklına yattı ve onu rahatlattı. Bunun üzerine Yusuf (a.s.)’ı hapisten çıkararak, hazinelerin başına, yüksek makamlara getirdi. Gerçekten rüya Yusuf (a.s.)’ın tabiri üzere gerçekleşti.

Konuyla ilgili ayetlerin tefsirleri hakkında müfessirlerin görüşleri şöyledir:
“Kral dedi ki:”Ben, Crüyada) yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek gördüm. Ayrıca, yedi yeşil başak ve diğerlerini de kuru gördüm. Ey ileri gelenler! Eğer rüya yorumluyorsanız, benim rüyamı da bana yorumlayınız”.Hz. Yusuf’un yaşadığı dönemde ülkeyi yönetenlere “melik” deniyordu. “Firavn” unvanı ise Hz. Musa’nın dönemindeki Mısır yöneticilerine verilmekteydi.

Yusuf (a.s.) Mısır’a geldiğinde, oradaki siyasi durum özetle şu idi:
Araştırmalara göre, Yusuf (a.s.) M.Ö. 1906’da doğmuş, M.Ö.1890 yılında kuyuya atılmıştır. Kervan tarafından Mısır’a getirildiğinde, Mısır’ı yöneten onbeşinci hanedan olarak Hiksus’lar hüküm sürüyordu.1 Hiksus’lar, Arap ırkına mensuptu. M.Ö. 2000 yıllarında, Suriye-Filistin’den göç edip, Mısır’a gelmiş ve yönetimi ele geçirmişlerdi. Hiksus’lara “Amalik” ismi verilir. Kenani’dirler. Hiksuslar, Mısır’da, M.Ö.1900 yılından, M.ö.l525’e kadar hüküm sürmüşlerdir. Mısır’ı yöneten 13. sülale ile, :8. sülale, Hiksus’lardır. Mısır’ın esas yerlileri olan Kiptiler o devirde yukan Mısır’da, Tibe şehrinde hüküm sürüyordu. Fakat Mısır, aşağı Mısır’daki idareciler tarafından yönetiliyordu. M.Ö.15.yy.’ın sonunda baş gösteren bir ayaklanma neticesi, Mısır’da yönetim tekrar Kıpti’lerin eline geçti. Yaklaşık ikiyüzellibin Amalika’lı, ülkeden sürüldü.
Hiksuslar Mısır’a geldiklerinde dini inanışlarından vazgeçmemişler, kendi ilahlarını Suriye’den Mısır’a taşımışlardı. Bu yüzden, Firavn unvanım benimsemediler. Çünkü bu Kıpti’lerin o devirdeki dini inanışlarından kaynaklanan bir unvandı.

Yukarıda bahsedilen bu ayrıntı, Tevrat’ta bulunmamakta, Yusuf (a.s.) zamanındaki yönetici için de “Firavn” unvanı kullanılmaktadır: “Ve iki tam yıl sonunda vaki oldu ki, Firavn bir rüya gördü; ve işte ırmağın yanında duruyordu. Ve işte, ırmaktan bakılışta güzel ve ette semiz yedi inek çıktı. Ve işte ondan soma, bakılışta çirkin ve ette cılız başka yedi inek çıktı…”
Yapılan araştırmalara göre, Yusuf (a.s.)’ın çağdaşı olan, Hiksus Kralı Apophis’tir. Alusi’ye göre melikin adı “Reyyan”dır. O devirde Mısır’ın başkenti, Memphis idi. Bu kente ait kalıntılara, Nil nehri kıyısında Kahire’nin güneyine 14 mil mesafedeki bölgede rastlanılmıştır.

O dönem hakkında fikir veren bu tarihi bilgilerden sonra tekrar esas konumuz olan melikin gördüğü rüyaya dönelim.

Rüya, meliği korkutmuştu. Çünkü, zayıf ve cılız olan, kuvvetliye hakim oluyordu. Melik, fıtraten bu rüyanın iyiye alamet olmadığım seziyor, fakat mahiyetini anlayamıyordu. Eğer bir şey bir yönden bilinir, başka bir yönden bilinmez ise insanda o şeyi öğrenme arzusu daha da kuvvetli olduğundan melik rüyanın tabirini çok merak ediyordu. Üstelik rüya sıradan bir insanın rüyası değil, memleketin idarecisinin rüyası idi. Gördüğü bu rüya halkını da ilgilendirebilirdi. Bundan dolayı ülkedeki, rüya yorumcularını, kahinleri, müneccimleri, ileri gelenleri, bilginleri, rüyasını yorumlatmak için çağırdı. Fakat Allah (c.c), orada rüyayı yorumlamak için bulunanları aciz bıraktı. Onlar rüyayı yorumlayamadılar. Çünkü Allah (c.c.) bu rüyayı Yusuf (a.s.)’ın hapisten kurtulması için vesile kılmıştı.

Alusi, rüya tabiri ilmini şöyle tarif etmiştir: “Rüya tabiri; uykudaki görüntülerden, bunların dışardaki karşılıkları olan afaki ve enfüsi (yani levhi mahfuzdaki ve nefisteki) durumların, benzerlerine ve görüntülerine geçmektir”.
“(Yorumcular) dediler ki: Bunlar karmakarışık düşlerdir. Biz böyle düşlerin yorumunu bilenlerden değiliz.”
“(Zindandaki) iki kişiden kurtulmuş olan , uzun bir zaman sonra (Yusuf u) hatırlayarak dedi ki: “Ben size onun yorumunu haber veririm, beni hemen (zindana) gönderin”.
“(Yusuf’un yanına gelerek dedi ki:) Ey Yusuf, ey doğru sözlü kişi! (rüyada görülen) yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek ile, yedi yeşil başak ve diğerleri de kuru olan (başaklar) hakkında bize yorum yap. Ümit ederim ki, insanlara (isabetli yorumunla) dönerim de belki onlar da doğruyu öğrenirler”.

Daha önce de belirttiğimiz gibi Yusuf (a. s.) döneminde rüya tabiri ilmi revaçtaydı. O devirdeki kahinler, rüya tabirini bir ilim haline getirmişlerdi. Uyuyanın gördüğü remizleri çözmek için, birtakım usuller geliştirmişlerdi. Nitekim o devirdeki Kıpölerden kalan bazı sayfalarda, rüya tabiri ile ilgili kaide ve işaretlere rastlanmıştır.

Melik rüyasını anlatınca kahinler: “senin gördüğün rüya “adğasü ahlam”dır (yani karmakarışık, tabiri olmayan düşlerdir). Biz böyle rüyaların yorumunu bilemeyiz” demişlerdi. Kahinlerin bu sözleri hakkındaki görüşler şunlardır
a- Kahinler, bu sözle melikin rüyasını tabir etmişlerdir. Rüyanın karmakarışık olduğunu söylemek, onu tabir etmektir. Onlara göre bu, manası olmayan kazib bir rüyadır. Ancak sadık rüyalar ilerde meydana gelecek olayları bildirebilir.
b- Kahinler, melikin gördüğü rüyanın tabiri olduğunu, fakat çözemediklerini söylemişlerdir. Yani rüyayı tabir etmemişlerdir.

Alusi, birinci görüşü savunanların Hz. Muhammed’in “rüya, ilk tevil edenin tevili üzere meydana gelir” hadisiyle çeliştiklerini söylemektedir. Nitekim Belhi, kahinlerin tabir etmelerine rağmen, Yusuf (a.s.)’ın melikin rüyasını ikinci defa tabir ettirmesini delil göstererek, yukarıdaki hadisin batıl olduğuna hükmetmiştir. Alusi, Belhi’nin bu görüşünü naklettikten sonra, Ebu Davud ve İbni Mace’nin, Ebu Razin’den rivayet ettikleri şu hadisi zikreder, “Rüya, tabir edilmediği sürece kuşun kanadındadır. Tabir edilince düşer”. Alusi’ye göre, eğer bu hadis sağlam kaynaklı ise manası açıktır. Buna göre kahinlerin, melikin rüyası hakkında, “adğasü ahlam” demeleri bağlayıcıdır. Onların bu sözünden sonra başka bir açıklamaya, tabire gerek yoktur. Aksi takdirde Hadis-i Şerif ile bu olayı bağdaştırmak, zordur.

İbnü’l- Müneyyir, ikinci görüşü tercih etmiştir. Yani esasında rüyanın tabiri vardır. Çünkü melik, kahinlere “eğer rüya tabir ediyorsanız” demiştir. O, bu sözle tabircilerin, rüyasını tabir edip – edemeyecekleri hakkında duyduğu şüpheyi belirtmiştir. Aynı şekilde hapisten kurtulan genç, bana müsade edin rüyayı bir de Yusuf(a.s.)’a anlatayım derken, kahinlerin rüyayı tabir edemediklerini, ama daha bilgin olan birisinin rüyayı tabir edebileceğini söylemek istemiştir. Bu da ikinci görüşü destekleyen bir delildir.

Razi, kahinlerin rüya hakkında söylediklerini şöyle değerlendirmektedir: “Orada bulunanlar, rüya tabirini bilmediklerini değil melikin rüyasının karışık bir rüya olduğunu, böyle rüyalann tabirini bilemediklerini söylemişlerdir. Onlar, rüya hakkında bunlar “karmakanşık görüntülerdir” derken, rüyayı ikiye ayırmışlardı. Buna göre rüyalar

a- Düzgün rüyalardır. Bu rüyalarda, hayale yansıyan görüntülerden, akli ve ruhani gerçeklere geçiş kolaydır.
b- Kanşık ve düzensiz rüyalardır. Bu rüyalarda bir tertip yoktur. Bu rüyalara “adğas-ü ahlam” denir. Melikin rüyası da bu tür bir rüya olduğu için orada bulunanlar “biz bu kanşık rüyanın yorumunu bilemeyiz” demişlerdi.” Bu demektir ki rüya tabiri ilminde daha fazla derinleşenler, bu konuda daha bilgili olanlar rüyanın yorumunu yapabilir.

Bize göre melikin yanında bulunanlar, rüyanın mahiyetini kavrayamamışlardı. Melikin gördüğü rüya aslında “sadık rüya” idi. Fakat tabirciler, rüyadaki asıl öğelerin, remiz ve sembollerin manasını kavrayamadıklan için bu rüyayı “kazib, yani gerçekte hiçbir mana ifade etmeyen, boş ve önemsiz” zannettiler. Tabircilerin yanıldıklan ve anlayamadıklan nokta bu idi. Çünkü, Allah (c.c.) onların basiretlerini bağlamış, rüyayı tabir etmeyi Yusuf (a.s.)’a nasip etmişti. Bu rüya onun hapisten çıkmasına vesile olacaktı.

Tabirciler melikin gördüğü rüyanın tabiri olmadığını söylediler. Halbuki vardı. Onlar böyle demekle, rüyanın tabirini yapmamışlardı ki biz bu hadiseyi delil kabul edip, Hz. Muhammed’in “Rüya ilk tabir edenin tabiri üzere gerçekleşir” hadisini reddelim.

Razi, tabircilerin “adğas-ü ahlam” ile remizli olan sadık rüyayı kasdettiklerini söylemektedir. Sadık rüyalar iki kısımdır. Manası anlaşılan, açık olanlar ve manası kapalı, remizli olanlardır. Razi’ye göre tabirciler ikinci kısımdan olan sadık rüyayı kasdetmişlerdir. Yani “melikin rüyası, remizlidir, bu remizleri biz çözemiyoruz ama iyi bilen biri çözebilir” demişlerdir. Tabirciye remizli rüyalar için ihtiyaç duyulur. Remizli olmayan sadık rüyanın tabir edilmesi için tabirciye gerek yoktur. Tabirciler, remizli rüyalan tabir edemiyorlarsa acaba hangi rüyalan tabir ederler. Onlar hakkında “rüya tabirini biliyorlar” diyebilmemiz için, onların remizli rüyalan tabir edebilmeleri gerekir.

Bize göre tabirciler Melikin rüyası hakkında “bu sadık rüyadır, fakat remizlidir, dolayısıyla biz yapamıyoruz bizden daha bilgili birisi bu rüyayı tabir edebilir” dememiş,”bu sadık değil, manası olmayan boş, rüyadır, böyle rüyaların da tabiri olmaz demişlerdir.
Tabirciler her ne kadar, melikin rüyası hakkında “boş, karmakarışık bir rüyadır, tabiri olmaz” demişlerse de melik onların bu sözlerine inanmamıştır. Nitekim melikin sakisi de ayrn kanaatte olduğundan, rüyayı bir de hapiste tanıdığı Yusuf (a.s.)’a sormak istedi ve melikten izin isteyerek, hapishaneye Yusuf (a.s.)’ın yanma gitti.

İbn Abbas’dan rivayet edildiğine göre, Yusuf (a.s.)’ın bulunduğu hapishane melikin bulunduğu şehrin dışındaydı. Başka bir rivayete göre, melikin şehrindeydi. Ebu Hayyan, Yusuf (a.s.)’ın bulunduğu hapishanenin, Nil nehri kıyısında bir yerde olduğunu, Fustat şehriyle arasında sekiz mil mesafe bulunduğunu söylemiştir.

Melikin sakisi, Yusuf (a. s.)’in hala hapiste olduğunu kesin olarak biliyordu. Çünkü Yusuf (a. s.) özel bir mahkumdu. Eğer salıverilse veya ölüme mahkum edilse idi melik ve ona yakın çevreler tarafından mutlaka duyulurdu. Neticede hapiste Yusuf (a.s.)’ı buldu ve ona melikin gördüğü rüyayı anlaup yorumunu sordu :
“Yusuf dedi ki: Yedi sene adetiniz üzere ekin ekersiniz. Sonra da yiyeceklerinizden az bir miktar hariç, biçtiklerinizi başağında (stok edip) bırakınız.”
“Sonra bunun ardından, saklayacaklarınızdan az bir miktar (tohumluk) hariç, o yıllar için biriktirdiklerinizi yeyip bitirecek yedi kıtlık yılı gelecektir.”
“Sonra bunun ardından da bir yıl gelecek ki o yılda insanlara (Allah tarafından) yardım olunacak ve o yılda (meyvesuyu ve yağ) sıkacaklar.”

Yusuf (a.s.) rüyayı yorumlarken, “yedi bolluk yılında biriktirdiklerinizi, yedi kıtlık yılı yiyecek” demiştir. Yılların yemesi mecazidir. Çünkü yıllar yemez. Yiyen, o yularda yaşayan insanlardır.
Yusuf (a.s.) rüyayı tabir ederken, rüyadaki görüntülerin tabirinden başka bilgiler de vermiştir. Mesela; Yedi bolluk yılını takibeden yedi kıtlık yılından sonra, hayırlı ve bol nimetli bir yıl geleceğini bildirmiştir. Bu son bir yıla ait melikin rüyasında herhangi bir işaret yoktur. Katade’ye göre, Yusuf (a.s.) bunu rüyanın tabirine dayanarak değil vahye dayanarak söylemiştir.

Yukarıdaki görüşe itiraz olarak; “rüyada yedi cılız inekten bahsedilmektedir. Buradaki yedi sayısı kıtlık yıllarının yedi yıl süreceğine işarettir. Kıtlık yıllarından sonra elbette, bolluk yılı gelir. Bunu söylemek için vahye gerek yoktur” denilirse, şöyle cevap verilebilir:
Kıtlık yıUanndan sonra bolluk yılının geleceği vahiyle anlaşılabilir. Fakat, o bolluk yılında insanların yağmura kavuşacaklarını, o yılda bol bol meyve ve yağ sıkıp, süt sağacaklarını söylemek ancak vahiyle bilinebilir.

Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerinin İstanbul'un Fethi hakkında sözleri

Hacı Bayram-ı Veli, vefatına yakın Sultan İkinci Murad Han’I ziyeret için Edirne’ye gider.

Edirne Sarayı’nda Sultan, Hacı Bayram-ı Veli’yi misafir ettiği esnada kendisine; “-Hocam nicedir Konstantiniyye’yi feth etmek arzusu ile gönlüp adeta yanıp tutuşmaktadır. Peygamber Efendimiz(s.a.v) müjdelediği mübarek komutan olmak isterim. Allah’ın izni, Evliyayı Kiram’ın himmet ve berekatı ile İstanbul’u feth eden komutan olmak isterim. Bu İstanbul ümmeti Muhammed’e lazımdır. Peygamber Efendimiz(s.a.v) müjdelediği kumandan olmak ne ulvi bir mertebe. Hocam dua buyursanız,” der. Bunun üzerine Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri duaya durur ve bir sure sonra Sultan Murad’a dönerek şöyle der; ”-Sultanım, Cenab-ı Allah ömrü şerifinizi, ve devleyi aliyenizi hayırlı eylesin. Fakat İstanbul’un fethi size nasip olmayacak. İstanbul’un fethini siz göremeyeceksiniz, ben dahi göremeyeceğim ” der. Bu sözler üzerine Sultan Murad, heyecan içinde  “-Peki hocam bu mubarek amel kime nasip olacak” demesi üzerine; Hacı Bayram-ı Veli:”- İstanbul’un Fethi yeni doğan şehzadeniz Mehmed (Fatih Sultan Mehmed) ile bizim Akşemseddin’e nasip olacak” demiştir.

Bu ve bunun gibi örnekleri çoğaltmak mümkündür ama YILDIZNAME Sadece Burçlar hakında bilgi veren bir kitaptır bunun bu şekilde bilinmesi lazım.

Sevgili Medyum Recep Kaplan ziyaretçileri sadece Yıldızname değil Tarot Falı Kahve Falı İskambil Falı Çay Falı Remil Kemik Kıl Tüy yani adına ne derseniz deyin Fal Bakmak yada baktırmak Dinimizce Caiz değildir. Bazı kişilerde Hissi Kablel Vuku Önsezi Öngörü Duru Görü Yeteneği çok gelişmiştir Bazı kişilerde Rüya yolu ile bazı olayları hissedebilirler ama İşin içine Fal Bakmak yada Baktırmak giriyorsa olabildiğince uzak durun çünkü Falcılar yalancıdırlar Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) “Küllü müneccimin kezzap: Bütün müneccimler yalancıdır.” Buyuruyorlar.

Takdir sizin.

Selam ve Dua İle

Cenab-i Allah'a Emanet olunuz