
Üçüncü Gözün Gizemi, Nedir Bu Epifiz Bezi?
M.Ö 4. Yüzyılda Yunan anatomi uzmanı Herophilis Epifiz bezinin düşünce akışını düzenlediğini savunmuştur. Descartes’ten bahsettiğimiz yazımızda da epifiz bezine atıfta bulunmuştuk. Descartes ruhun bedene temas ettiği alan olduğunu, ruhun bu bez aracılığı ile bedende bulunduğunu söylemiştir. Descartes epifiz bezi için “Akılcı ruhun makamı” demiştir. Epifiz bezine bu denli manidar ve özel bir anlam yükleyen düşünürlerden yola çıkarak bu konuda biraz araştırma yaptık.
İnsan vücudunda oldukça ufak bir organ olan epifiz bezi hala gizemini korumaktadır. Bu bez beyinde baş ile omuzun birleştiği omurganın üzerinde bulunur. Kaşların ortasındaki nokta ile doğru bir çizelgededir. Epifiz bezi hakkında şu an bilinen bilimsel bilgilere göre işlevi; gece gündüz döngüsünü kontrol eden melatonin isimli hormonu, mutluluk hormonu olarak bilinen serotonin ve ruh molekülü olarak bilinen dmt hormonu salgılamaktır.
Epifiz bezi kafatasının içerisinde kapalı bir ortamda bulunmasına rağmen ışığa aşırı derecede duyarlıdır ve sadece karanlıkta hormon salgılar. Melatonin sadece karanlık ortamda salgılanan bir hormondur ve vücudun bağışıklık sistemini desteklemekte önemli bir rol oynar. Bu yüzden karanlıkta uyumak kanser riskini dahi düşürür. Görme engellilerin kansere yakalanma ihtimali bundan dolayı çok düşüktür, gece çalışan kişilerin ise çok daha yüksektir. Seratonin hormonunun eksikliğinde ise birçok psikolojik sorunlar otaya çıkmaktadır.
Asıl enteresan olanı ise DMT hormonudur ki bu hormon rem uykusunda salgılanan bir hormondur ancak en çok salgılandığı zamanlar garip bir şekilde doğum ve ölüm anıdır. DMT’nin etkisiyle tam gerçekliğin görüldüğü fikri vardır. Bazı bitkilerde de bulunan bu hormon inanışlara göre başka boyutlara açılan bir kapı gibidir.
İslam dünyasında kalp gözü denilen şeyin fiziksel olarak epifiz bezi olduğu düşünülür. Ayrıca Mevlana’nın da yazılı olarak tarihte çok geçmese de üzerlik tohumu kullandığına dair rivayetler vardır. Ayrıca argı kamışı da bol miktarda DMT içerir ki bu kamışta Ney’in yapımında kullanılan bir kamıştır. Karanlık ve açlık ta yine DMT salınımını arttıran şeylerdir. Halvete girip inzivaya çekilme durumunun da bununla ilgisi olabilir.
Hintlilerin kaşlarının ortasına çizdikleri işarette yine epifiz bezini işaret etmektedir. Mısır medeniyetindeki her şeyi gören göz olarak bilinen Horus’un gözü de yine epifiz bezini temsil eder. Ayrıca Budha heykelinin saçlarına baktığımızda veya Papa’nın asasında da epifiz bezinin figürünü görürüz.Neredeyse her dinde ve her kültürde epifiz bezi ile ilgili bu tip bilgilere rastlamak mümkündür. Kadim insanlar bu ufak organa oldukça önem vermiş ve büyük yetenekler atfetmiştir.
Beynin ortasındaki karanlık noktada minicik bir bezelye tanesi. Nasıl mucizeler yaratabilir ki?
Sümerler'den Mısırlılar'a, Mevlâna'dan yakın diyebileceğimiz dönemde yıllardır üzerinde çalışan bilim insanlarına kadar birçoğunun odağında: Epifiz bezi, üçüncü göz. Mucizevi bir düzen içinde çalışan ve sınırları tam olarak bilinmeyen insan vücudunda öyle bir nokta var ki gizemi yüzyıllardır tam olarak çözülemedi.
Modern felsefenin kurucularından Fransız filozof Rene Descartes tarafından 'Ruhun oturduğu koltuk' olarak tanımlanan epifiz bezi, insan bedeni ile ruhu arasındaki uyumu sağlarken kişinin evrenle olan bağlantısına da hayat vermektedir.
Uyurken odanıza birinin girdiğini nasıl fark ettiğinizi hiç merak ettiniz mi? Beynimizin nerdeyse merkezinde bulunan ve sadece bezelye tanesi büyüklüğünde olan epifiz bezi sayesinde zifiri karanlıkta, hatta uyurken bile dış dünyayı algılayabiliyoruz.
Alnın ortasında üçüncü bir göz.
Epifiz bezi çam kozalağına benzediği için Hristiyanlıkta genel olarak 'Kutsal Kozalak 'ismiyle tanımlanıyormuş.
Firavunların yılanlı başlığı,
Paraların asasındaki çam kozalağı,
Buda'nın saçları,
Hintlilerin iki gözü arasına çizdiği şekil.
Epifiz bezi, bir başka deyişle Üçüncü göz nedir? Epifiz bezi bilimsel olarak mevcudiyeti kanıtlanmış minik bir organdır. 5 duyu organımız vardır. Bunların haricinde bizim aslında 6.his dediğimiz bir duyumuz olduğu kabul edilir. Bu durumda epifiz bezimiz ya aslında bu 6. hissimiz ya da 7. hissimiz olabilir. Epifiz bezi Yapısı itibari ile göz yuvarlağına çok benzediği için aynı zamanda “Üçüncü Göz” yada “Akıl Gözü” denilmektedir. İç yapısı retina ile benzerlik arz etmektedir.. Beyinde her bölüm simetrik yapıdadır. Bu nedenle beyindeki tüm bölümlerden beyin içinde iki tane vardır, yani her şey çifttir. Epifiz bezi ise bir istisna teşkil eder. Beyin içinde başka bir benzeri, yani ikizi yoktur tektir. Bu nedenle de beyin içerisinde bağımsız çalışan bir organdır. Beynin parçası değildir. Epifiz bezi, yuvarlaktır ve bir tarafı açıktır ve bu açıklığın içinde ışığın odaklanmasına yarayan bir mercek vardır. İçi boştur ve içinde renk alıcıları vardır. Öncelikli görüş alanı – ki bu daha bilimsel olarak ispat edilmemiştir – yukarı, göklere doğrudur. Tıpkı gözlerimizin baktıkları yönden 90 derece yanlara doğru görebildikleri gibi, epifiz bez de belirlenmiş pozisyonundan 90 derece yanlara ‘bakabilir’. Tıpkı gözlerimizle başımızın arkasından bakamadığımız gibi, epifiz bez de yere, dünyaya doğru bakamaz.
--- Üçüncü göz nerede bulunur ve ne işe yarar? En kısa açıklamasıyla beynimizde bulunan 4 bölümden biri olan ön lobun içinde yer alan mercimek büyüklüğünde bir organdır. Çam kozalağına benzer, bu yüzden ingilizcede Pineal Gland, yani çam kozalağı adı verilir. Bu organ boyutuna oranla çok önemli bir görev üstlenmektedir. Bazi araştırmalara göre bu minnacık organ dış dünyayla hatta evrenle bağlantımızı kuran ana merkezdir.
--- Herkes üçüncü göz çakrasına sahip olabilir mi? Evet tüm omurgalılar ve insanların doğuştan itibaren bu organıda diğer organları gibi vardır. Ve doğum anından ilk çocukluk dönemine kadar bu organ işlevini çok iyi bir halde yerine getirir. Bu işlev diğer çakralarımız gibidir.
--- Epifiz bezi ne Salgilar? Epifiz bezinden geceleri karanlıkta salgılanan melatonin hormonu, biyolojik saatin düzenlenmesinde rol oynar. Bu hormonun salgılanma miktarı, gecenin uzunluğuna bağlıdır. Vücutta belirli aralıklarla tekrarlanan olaylar, biyolojik saatle kontrol edilir. Melatonin haricinde Serotonin ve DMT hormonlarınıda salgıladığı ispatlanmıştır. Ayrıca melatonin hormonu mutluluk hormonu olarak da bilinir.
--- Epifiz bezi çalışmazsa ne olur? Bazı bilim adamlarınca “Bu bezi tam kapasite ile kullanmayı başaranların önsezileriyle her şeyi görebileceği, hatta astral seyahat yapabilecekleri” iddia edilmiştir. Uyurken , oda karanlıkken eğer biri içeriye sessizce girerse onu bir şekilde hissedip uyanırız. Bu neyle olur sizce? İşte epifiz bezi bu karanlık ortamda 3.bir göz gibi çalışır ve olayı görerek derhal sinyali beynin ana merkezine iletir ve beyin diğer organları harekete geçirir. Bu en basit örnektir. Eski zamanlarda inisiye kişiler Epifiz bezini etkin bir şekilde, uzmanlık derecesinde kullanabildikleri için farklı boyutlarla ilişki kurabildikleri gibi, evreni de çok doğru bir şekilde anlayabiliyor ve algılayabiliyordu. Bu bez çalışmazsa hayatımız devam eder ve 5 duyumuzla algılamalarımızda elbette devam eder. Fakat bu şekilde organik ama robot gbi oluruz. Çok önemli şeylerden biri olan insani hissiyatımız kaybolmaya başlar.
--- Epifiz bezinin insanı ruhsal açıdan farklı bir dünyaya bağlayan üçüncü göz olduğu söylentisi doğru mudur? Evet bu doğrudur. Hatta o yüzden büyük Fransız düşünür Descartes, epifiz bezinin vücut ile zihnin bağlantı noktası olduğuna, insan ruhunun vücutla birleştiği mistik bir organ olduğuna inanır. Epifiz bezini açmak için DMT kullanımını ayahuaşka çayı ile sağlayanların naklettiklerine göre gözün açılmasıyla bambaşka bir dünyaya açılınılıyor ve gerçeklik olgusu değişip , ilk defa gerçekliği gördüklerini söylüyorlar. Renkler , kokular daha önce hiç görmedikleri , hissetmedikleri kadar gerçek ve farklı oluyormuş. Kalbi duran ve bir süre ex halde kaldıktan sonra yaşama tekrar dönen hastaların deneyimleriyle büyük benzerlikler gösteren DMT deneyiminin, sanatsal yaratıcılığı, pozitif düşünceyi ve sezgileri de güçlendirdiği düşünülüyor. Belki de bu yüzden DMT maddesini içeren üzerlik tohumu yüzlerce yıldır Anadolu’da “kötü gözleri ve nazarı” kovan bir tütsü olarak kullanılıyor
--- Çocuk yaşta aktif çalışan epifiz bezi zaman içerisinde neden kireçlenir? Bu durum bizi nasıl etkiler? Bu organcık yaşlandıkça, özellikle günümüz modern dünyasında kireçleniyor ve işlevini yitirmeye başlıyor. Bunun en büyük sorumlusu olan kimyasal maddelerden biri de florür ve tabii ki sularımızdaki kireç. Ama bir numara florür ya da florid. Bunun da insanın farkındalığını artırmasını tökezletmek için bilinçli olarak koyulan engellerden biri olduğu düşünülüyor. Bunu söylerken temkinli olmak durumundayız fakat bilinmeyen bazı güçlerin bilerek isteyerek bu yetimizin körelmesi için ellerinden geleni yaptığını söyleyebiliriz. Bu bizi nasıl etkiler derseniz , cevabı acı ama gerçek , koyun sürülerine döneriz.
---Kireçlenmiş epifiz bezi nasıl temizlenir? Temizlik için kullanılması gereken bazı gıdalar vardır. Bunların haricinde florür içeren şebeke suları ve florürlü diş macunlarından uzak durulması gerekir. Alkol ve cafeinden arınılmalıdır.
--- Epifiz bezi ve gece yatmak arasında ne tür bir ilişki olabilir? Epifiz bezi gündüz çalışmaz, fakat enerjisini iki gözün retinasına ve alnın ortasındaki 6. çakramıza bağlı sinir uçları vasıtasıyla ışıktan alır ve ışığı direk görmemesine rağmen ışığa karşı fazla duyarlıdır. Hatta bu bezin kapasitesini artırmak için, güneşin doğuşu ve batışı esnasında, güneşe bakılabilir hale gelindiğinde 15 dakika süreyle güneşe bakılması tavsiye edilir. Epifiz bezi geceleyin karanlıkta aktif olur ve yararlı hormonları karanlıkta, özellikle uyku esnasında salgılar. En yoğun salgılama zamanı doğum anı, ölüm anı ve gece saat 03:00 sıralarıdır. Karanlık ayrıca çok önemli. Çünkü epifizin en önemli salgısı olan Melatonin sadece karanlıkta salgılanıyor. Gece 21’de salgılanmaya başlar. Gece 02-04 arası en yüksek düzeyine ulaşır. Sabah 7’de üretimi durur. Çoğu dinde sabaha karşı ya da gece ibadetinin önemi bu yüzden. Hormonun salgılanımı ne kadar yüksekse ruhsal âlemlerle bağ o kadar güçleniyor. Ve ibadet için bu yüzden gecenin en karanlık ve salgının en çok olduğu an seçiliyor. Işığın melatonin üretimine engel olduğu bilimsel bir gerçektir. Düzenli ve yeterli bir melatonin salınımı için, karanlık ortamda uyumak gerekmektedir. Melatonin en büyük faydası ise kanserden koruması. Körlerde kanser olma oranı sıfıra yakındır.. Çünkü sürekli karanlık içinde oldukları için Melatonin üretimleri çok fazla. Bir bilimsel araştırma da göstermiş ki gece vardiyasında çalışanların kansere yakalanma oranı diğerlerine göre daha fazla, çünkü bütün gece ışık altında oluyorlar. Lütfen karanlıkta yatın ve çocuklarınız uyurken ışığı kapatın.
Her Şeyi Gören Göz: Gizli Anlamları Olan Bir Sembol mü?
Bir üçgenin içine yerleştirilmiş göz sembolü, görünüşte bu kadar basit olup, komplo teorilerini nasıl bir paratoner gibi üzerine çeker? Gelin birlikte bu gizemli sembolün tarihine bir göz atalım.
Komplo teorileri genellikle şifreli semboller ve gizli görsel işaretler üzerinde gelişir. Üçgen içindeki “her şeyi gören göz” de bu kategorideki sembollerden biri. Masonluk ile ilişkilendirilen bu sembol aynı zamanda seçkin bireyler tarafından oluşturulmuş, küresel meseleleri kontrol etmeye çalıştığı iddia edilen sözde gizli İlluminati topluluğu ile de bağlantılıdır.
Her şeyi gören göz, zaman içerisinde sayısız komplo teorisyenini de kendisine çekti, çünkü aslında çok da gizli sayılamayacak bir semboldü. Dünya çapında sayısız kilisede ve Masonik binada görülmesinin yanı sıra, bir dolarlık Amerikan banknotunun arka yüzünde ve Amerika Birleşik Devletleri’nin Devlet Mührü’nde de görülebilir.
1 dolarlık banknotta 13 basamaklı bir piramidin üzerindeki her şeyi gören göz görüntüsü. C: Alamy
Gerçekten de, bir devletin sembolü olarak seçilmesi esrarengiz ve garip bir durumdur. Bedensiz bir göz, meraklı ve otoriter, çok güçlü bir “Büyük Birader” imajı verir bize. Altındaki piramitle birlikte ise antik ve ezoterik bir kültün emareleri hissedilir. Öyleyse, “her şeyi gören göz”ün kökeni nedir, bizi bu kadar büyülemeyi nasıl başardı ve neden ismi sık sık Masonlar ve İlluminati ile birlikte anıldı?
Pontormo’nun Emmaus’ta Akşam Yemeği (1525) adlı tablosunda bulunan ve üç yüzlü Teslis sembolünü işaret eden üçgen içerisindeki ilahi göz, Katolik Reformasyonu tarafından yasaklanmıştı, daha sonra ise yeniden boyandı. C: The Uffizi Galleries
“Her şeyi gören göz” öncelikle bir Hıristiyan sembolü olarak karşımıza çıkıyor. Sembolün ilk örneklerini Rönesans dönemi dini sanatında Tanrı’yı temsil eden semboller arasında görürüz.
Erken örneklerinden biri, Pontormo’nun 1525 tarihli Emmaus’ta Akşam Yemeği isimli eseri, ancak burada bulunan sembol tablonun yapılışından sonra, belki de 1600’lerde çizildi.
Bu dini sembol hakkındaki bir diğer önemli kaynak ise, ilk olarak 1593’te yayınlanan Iconologia adlı bir semboller kitabıydı. Sembol, kitabın sonraki baskılarında “her şeyi gören göz” olarak, “İlahi Takdir”in kişileştirilmesi, yani Tanrı’nın iyilikseverliğinin bir niteliği olarak kitaba dahil edildi. Sembol adından ve ilk kullanımından da anlaşılacağı üzere, içinde barındırdığı bizi izleyen bir göz timsali ile, Tanrı’nın insanlığa şefkatle göz kulak olmasını çağrıştırıyor gibiydi.
Geçmişin üzerine inşa etmek
Kimse bu sembolü ilk olarak kimin icat ettiğinden emin değil; fakat yaratıcısı kim olursa olsun, onu zaten var olan bir dizi dini motiften esinlenerek yarattığından eminiz.
Üçgen simgesi Baba, Oğul ve Kutsal Ruh, yani Hıristiyan Üçlüsü için uzun süredir kullanılıyordu; önceki yüzyıllarda Tanrı üçgen bir hale ile bile tasvir edilmişti. Üçgenin çevresinden yayılan ışık ışınları ise, daha önceleri yine Hıristiyan ikonografisinde Tanrı’nın ışıltısının bir işareti olarak kullanılmıştı.
Peki üçgenin içerisinde yer alan ve bir bedeni olmayan o ürkütücü gözün kökeni tam olarak neydi? Tanrı, daha önce bir buluttan çıkan tek bir el gibi, ya da daha şifreli ve gizemli bir şekilde tasvir edilmişti, ancak bir göz olarak karşımıza hiç çıkmamıştı.
Saat kitabında (Book of Hours) Tanrı; Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un Hıristiyan Üçlüsü’ne işaret eden üçgen bir hale ile tasvir edilmiştir. C: University of Basel
Tek başına gösterilen bir gözün kendine özgü bir psikolojik etki yarattığını, otoriteyi hissettirdiğini ve bakan kişiye bilinçli bir şekilde onu gözeten biri olduğunu ima ettiğini söyleyebiliriz. Bu etkiyi doğada bile, mesela yırtıcılardan korunmak veya onları korkutmak için derileri üzerinde göz lekeleri geliştirmiş bazı hayvanlarda görebiliriz.
Geçmişte René Magritte’in “Sahte Ayna” (The False Mirror – 1929) adlı resmini eleştiren sürrealist fotoğrafçı Man Ray, bedensiz gözün tekinsizliğine şu sözleriyle dikkat çekmişti: “Kendisinin görülebildiği kadarını gören bir göz.”
Göz, iç benlik ve dış dünya arasındaki eşik konumuyla sürrealistleri büyülemişti. – René Magritte – The False Mirror. C: Alamy
Ancak, bu sembolün aslında göz önünde bulundurulması gereken daha derin bir tarihi var. Hem de bizi bilinen en eski dinlere geri götüren bir tarih.
MÖ üçüncü bin yılda Sümerler, bazı heykellerin kutsallığını tasvir ederken, daha canlı ve uyanık görünme hissini arttırmak için gözlerini anormal şekilde büyük betimlemişlerdi. Hatta sanatçıların figürlerin gözlerini “açarak” heykellere hayat verdikleri törenler bile düzenlediler.
Sümerlerin, ilahi figürlerin kutsallığını ifade etmek için anormal derecede büyük gözler kullanmalarına bir örnek. C: Metropolitan Museum of Art
Ancak motif olarak bedenden kopuk bir gözün yaratıcısı eski Mısırlılardı. Örnek olarak, ölülerin öbür dünyada da görmesini sağlayan ve tabutlarının üzerlerine çizdikleri bir çift gözü ve tabii ki Mısır sembollerinin en ünlülerinden biri olan Horus’un Gözü’nü verebiliriz.
Horus’un Gözü aslında bir insan ve şahin gözünün melezidir ve motif içerisinde kuşun koyu renkli kaşı ve yanak izlerini de içerir. Eski Mısır mitolojisine göre, Tanrı-Kral Horus (genellikle bir şahin olarak veya insan vücutlu ve şahin kafasıyla tasvir edilir), amcası Set ile savaşırken gözleri kesilmişti. Sonrasında ise tanrı Thoth’un yardımıyla gözlerini iyileştirdi. Horus’un Gözü bu nedenle koruyucu bir semboldü ve genellikle bir muska olarak kullanılırdı. Bir kişinin korunmak için cebinde taşıyabileceği kadar küçük bir heykel biçimindeydi.
Bir tür muska olarak taşınan ve insan ve şahin gözünün bir melezi olan Horus’un Gözü. C: Alamy
Bu ve Mısır hiyeroglifleri arasında bulunan diğer bedensiz insan gözü motifleri, Rönesans sırasında Avrupa ikonografisini oldukça etkiledi. O zamanlar, akademisyenler ve sanatçılar Mısır yazılarına hayran kalmışlardı; tek sorun, metinleri tam olarak anlamamaları ve çevirme girişimlerinin yanlışlarla dolu bir metinle sonuçlanmasıydı. Bunun en ünlü örneklerinden biri, Mısır’daki tek göz sembolünü “Tanrı” olarak çeviren, Poliphilo’nun Rüyasında Aşk İçin Savaşı (Hypnerotomachia Poliphili) adlı 1499 romantizmine ait bir el yazmasında görüldü.
Çeviride kaybolanlar
Bu, hiyerogliflerin özgün kullanımının sebep olduğu temel bir yanlış anlaşılmadan kaynaklanıyordu. Günümüzde, çoğunlukla fonetik işaretlerin aslında yazılı bir dil olduklarını biliyoruz, ancak 1400’lerde ve 1500’lerde çok daha mistik bir öneme sahip olduklarına inanılıyordu. Hiyeroglif yazısındaki sembollerin, yani hayvanlar, bitkiler ve soyut şekillerin, kasıtlı olarak gizemli yazıldıkları düşünülüyordu, onlara göre her biri bir dil sisteminin parçası olmaktan çok okuyan ya da bakan kişiden ilham alarak anlam kazanıyordu. Dolayısıyla bunların birden çok anlam içeren açık uçlu bulmacalar olduğuna inanılıyordu. Bu inanışın Avrupa sanatı üzerinde de etkisi çok büyük oldu.
Andrea Alciati’nin 1531 tarihli Emblemata isimli eseri ve daha sonra Cesare Ripa’nın Iconologia isimli eseri gibi sembol sözlükleri çıktığında, izleyicinin deşifre etme ve onlardan anlamlar oluşturmada katılımcı olduğu şifreli ve genellikle oldukça karmaşık görsel semboller popüler oldu.
Sonuç olarak, “her şeyi gören göz” gibi bir motif görünüşte kasıtlı olarak ezoterikti. Neredeyse amaca yönelik olarak yeniden, ve hatta yanlış yorumlanacak bir semboldü. 18. yüzyılın sonlarına doğru bu gerçekten de gerçekleşti. Bu dönemden vereceğimiz üç anahtar örnek bize “her şeyi gören göz”ün sembolizmindeki artan çeşitliliği gösterecektir.
‘Her şeyi gören göz’ Jean-Jacques-François Le Barbier’in 1789 tarihli İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi tasvirinin tepesinde yer aldı. C: Alamy
Devrim sonrası Fransa’da, Jean-Jacques-François Le Barbier’in 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin en tepesinde “her şeyi gören göz ve altında radikal bir bildiri metni yer alıyordu. Burada kullanılan sembol, yeni ve eşitlikçi bir milleti gözetleyen babacan aklın bir timsali haline geldi.
Sonrasında İngiltere’de 1794 tarihinde Jeremy Bentham, mimar Willey Reveley’den, her hücrenin sürekli gözetimine izin veren devrim niteliğindeki yeni hapishane “Panopticon” için bir logo tasarlamasını istedi. Ortaya çıkan tasarım ise açıkça, “Merhamet”, “Adalet” ve “Teyakkuz” sözcükleriyle çevrelenmiş, yargıda doğruluğun gözünü asla kırpmayan bakışının simgesi olan “Her şeyi gören göz”ü de içeriyordu.
Bentham’ın Panopticon hapishanesi, mahkumların ne zaman izlendiklerini bilmemelerini sağlamak için tasarlandı. C: Public Domain
Bundan birkaç yıl önce ise, 1782’de Amerika Birleşik Devletleri Devlet Mührü açıklandı. Thomas Jefferson, Benjamin Franklin ve John Adams tasarım için fikirler önermişlerdi, ancak piramit ve “her şeyi gören göz”ü öneren Kıta Kongresi Sekreteri Charles Thomson ve William Barton adlı genç bir avukat-sanatçıydı. Bitmemiş piramit, Amerika’nın 13 Kolonisini temsil edecek 13 seviyeyi ve buna bağlı “gücü ve süreyi” sembolize etmeyi amaçlıyordu. Ve burada da “her şeyi gören göz” -Britanya ve Fransa’da aynı döneme ait diğer iki örnek gibi- Tanrı’nın bu yeni ulusa olan sempatik gözetiminin, göz kulak oluşunun geleneksel bir timsaliydi. Görüldüğü üzere bu örneklerin hiçbirinde Masonluk sembol seçimiyle ilgili değildi.
William Barton’ın Amerika Birleşik Devletleri Devlet Mührü için tasarladığı tasarım. Sloganlar değişmesine rağmen görsel hep kullanıldı. C: Alamy
Peki ya İlluminati? 1776’da Bavyera’da kurulan ve 1787’de dağıtılan grubun ilk yıllarının ayrıntıları nispeten belirsiz durumda. Ne yazık ki, görsel sembollerin de orijinal grup için ne kadar önemli olduğunu bilmiyoruz. İlluminati’nin, o dönemde birçok kilisenin önderliğini izleyerek, İlahi Mimarın (Tanrı) bir sembolü olarak zaman zaman “her şeyi gören göz” sembolünü kullanan Masonluğun arkasındaki fikirlerden ilham aldığı ise kabul edilebilir.
Bununla birlikte, Masonlar, İlahi Takdir sembolünü en azından 18. Yüzyılın sonlarına kadar yaygın bir şekilde kullanmadılar. Ele aldığımız örneklerdeki Bentham, Le Barbier, Thomson ve Barton ise bu sembolü kendi amaçları için çoktan benimsemişti. Bu komplo teorisyenleri için üzücü bir gerçek olabilir: bir dolarlık banknottaki “her şeyi gören göz”, bize gizli elitlerin otoriterliğin 18. yüzyılın sonlarının estetiği hakkında bilgi veriyor, bir grup gizli elitin otoriterlik çabası hakkında değil.
ABD’nin başlıca ulusal sembolü olan Devlet Mührü ilk olarak 1782’de kullanıldı. C: Alamy
Modern çağa gelindiğinde, Madonna, Jay-Z ve Kanye West gibi ünlülerin hepsi İlluminati ikonografisini (her şeyi gören göz dahil) kullanmakla suçlandı. Ama bu, Illuminati ile herhangi bir bağlantıları olmasından ziyade, her müzisyenin, bestelerinde olduğu gibi görsel olarak da ikonik (ve belki de provokatif) olmak için seçici bir göze sahip olmalarıdır.
“Her şeyi gören göz”ün tekrar tekrar kullanılması, tutarlı bir komplo teorisinin değil, kalıcı ve başarılı bir logo tasarımının kanıtıdır. Bunu Madonna ve Jay-Z’ye ya da Bentham, Le Barbier, Thomson, Barton, Masonlar, Rönesans sanatçıları veya başka herhangi bir kişi veya grup için söyleyebiliriz.