
Muska Vefk Tılsım Büyü Corona Virüsten Korurmu?
Sevgili Medyum Recep Kaplan Ziyaretçileri Son Günlerde moda haline gelen bir Muskadan bahsetmek istiyorum CONONAVİRÜS MUSKASI Ekranlarda sıkça görüyoruz internet sitelerinde sıkça rastlıyoruz yanmaz kefenden tutunda giydiğiniz zaman sırattan geçerken ayağınızı kaydırmayan terlik Hz. İsa (a.s.) ın Ölüleri diriltmek için okuduğu Ayeti cinsel gücü artırmak için muska haline getirip satanlara kadar birçok konuda aklı fikri zekayı zorlayan konular çok fazla gündeme geliyor maalesef.
Bugüne kadar binlerle ifade edeceğim kadar mail sms telefon aldım. Gerçektende Muska Vefk Büyü Cevşen Virüslere Tıbbi hastalıklara özelliklede Korona Virüsüne karşı koruma sağlarmı diye?
Tarih boyunca insanoğlu büyüden muskadan tılsımlardan medet beklemişler hatta belli dönemlerde büyücülük muskacılık sihirbazlık kahinlik müneccimlik çok önemli meslekler arasında yer almıştır.
Mesela Hz. Musa zamanında sihirbazların sanatlar Osmanlı zamanında Müneccimlerin icraatları Osmanlı padişahlarına Şifalı Tılsımlı Gömlekler hazırlayan Müneccimlerin Çalışmalarına baktığımızda İlmi Havvas İlmi Ledün Gizli İlimler Okultizm Kabala Metafizik Parapsikoloji Konularının yüzyıllardır birçok kavim tarafından kabul gördüğüne şahit olmaktayız.
Açık net olarak söylemem gerekirse hiçbir muska vefk büyü tılsım şifalı taş şifalı bitki Tıbben Teşhisi konulmuş tıbben tedavisi mümkün olan bir rahatsızlığı bir hastalığa karşı bizleri korumaz.
Cevşen Muska Büyü Sihir Tılsım Nedir Bunları sizlere kısaca Anlatmak İstiyorum.
Cevşenü’l Kebir Nedir, Neden Cevşenü'l-Kebir duasına bu kadar önem verilmektedir?
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) ism-i azamla yapılan duaların kabul olunacağını hadislerinde bildirmiştir.(1) Nitekim Rabbimiz de Kur’an-ı Kerim’deki birçok ayette bize kendi isimleri ile dua etmemizi emretmiştir.(2) Cevşenü'l-Kebir duası tamamıyla Allah’ın isimlerinden oluşmakta olduğu gibi, bu isimler harika bir tefekküri seyahat içinde kainatı konuşturmaktadır. Allah’ın isimleri ile örgülenmiş bir marifetullah dersi olan Cevşenü'l-Kebir bu sebepten önem arz etmektedir.
Cevşenü'l-Kebir duası Sünni kaynaklardan değil Şia kaynaklı dua kitaplarından nakledilmiştir. Bu nedenle itibar edilmemiştir. Fakat bir bilginin Şia kaynaklı olması onun mutlaka hatalı veya yanlış olduğu anlamına gelmez. Buhari ve Müslim'in rivayet ettiği pek çok hadis var ki, aynı hadisler çok küçük farklarla, hatta bazen aynı şekliyle (Şia kaynaklarından) Küleyni'nin el-Kafi'sinde yer almaktadır. Ne var ki Ehl-i Sünnet alimleri Küleyni'den tek bir nakilde dahi bulunmamışlardır. Halbuki onda yer alan hadisler, Buhari ve Müslim'de de yer aldıklarına göre, hem senet hem de lafız itibarıyla cerhi söz konusu olmayan hadislerdir. Ancak, el-Kafi'de yer alan hadisleri daha çok Şii imamlar nakletmişler ve bu sebeple de Sünnilerce, o hadisler daha işin başında endişeyle karşılanmışlardır.
Cevşenü'l-Kebir konusunda da Sünni alimler temkinli yaklaşmış, kendi kaynaklarına alma ihtiyacı duymamışlardır.
Bu asırda Cevşenü'l-Kebir duasını kim tekrar Müslümanların gündemine sokmuştur?
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri tarafından tekrar gündeme gelmiş ve Nur talebeleri ile iştihar bulmuştur.
Said Nursi Hazretleri nasıl bir ehliyete sahiptir ve Cevşenü'l-Kebir’i hangi kaynaktan nakletmiştir?
Said Nursi Hazretlerine Osmanlı Devleti zamanında devrin en yüksek ilmi payesi ile “Mahrec” unvanı verilmiştir. Bu unvanın verildiği irade-i seniyye de Ceride-i İlmiyye’nin 38. sayısının 1145. sayfasında yayımlanmıştır.(4)
“Mahrec” Kibar-ı Müderrisine verilen en büyük payelerden birisidir.(5) Osmanlı Devletinin son dönem büyük alimlerinden olan Said Nursi Hazretleri bu asrımızda da 6.000 sayfalık Risale-i Nur Külliyat’ı ile milyonların imanını kurtarmaya vesile olmuştur.
Meselelere çok uzak ve muhakemesiz insanlar, sanki Cevşenü'l-Kebir’i Said Nursi Hazretleri icat etmişçesine onu tenkit etmektedirler. Oysaki Said Nursi Hazretleri Cevşenü'l-Kebir’i Mecmuatü'l-Ahzab adlı eserden nakletmiştir. Mecmuatü'l-Ahzab’ın müellifi Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi Hazretleri büyük velilerdendir. Küçük yaşta ilim tahsiline başlamış, beş yaşında Kur’an-ı Kerimi hatmetmiştir. Sekiz yaşında Delail-i Hayrat, Hızb-i A’zam ve Kasaid’i okuyup bitirmiş, Şeyh Salim, Şeyh Ömer el-Bağdadi, Şeyh Ali el-Vefai ve Şeyh Ali gibi alimlerden ders almıştır. Mahmud Paşa Medresesinden icazet aldıktan sonra Bayezid Medresesinde müderrislik yapmış alim bir zattır.
Cevşenü'l-Kebir’i tenkit etmek Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi Hazretlerini ve tüm Osmanlı ulemasını tenkit etmektir. Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi Hazretlerinin uydurma ve yalan-yanlış bilgileri neşredip buna bütün Osmanlı alimlerinin ses çıkarmaması beklenemez. Çünkü Padişah dahi dinin asliyetine aykırı iş yaptığı takdirde ulema ikaz etmektedir. Kaldı ki Hz. Muhammed (S.A.V.) e nisbet edilen bir münacatın asılsız ve uydurma olması veya şüpheli görünmesi halinde neşrine izin verilmiş olması mümkün değildir.
Cevşenü’l-Kebir ve Kur’an’ın bazı surelerinden, ayetlerinden oluşan bir münacat olan “Kenz-ül Arş” duası gibi birçok mühim dua ve münacatların kaynağından şüphe edenler vardır. Bu kişilere hangi prensibi bildirmek lazımdır?
İmam-ı Suyuti Hazretleri "Sened-ü Musafaha" Risalesi Mukaddemesinde, mukarrer bir hadis kaidesi olarak yazdığı şu düstur göz önünde bulundurulmalıdır:
“Senedi bulunmayan hadisler görülürse, eğer o hadis, usul-u İslamiyeye zıd, akla münafi ve ayrıca da sair sahih hadislere muhalif ise, o zaman mevzuluğuna hükmedilebilir. Eğer bu şartlar yoksa, o hadis bir tarafa bırakılır ve ilişilmez."
İşte, bu hadis kaidesine göre, Cevşen-ül Kebiri ölçtüğümüz zaman, kaidedeki menfi üç kaziyeden hiçbirisinin Cevşenü'l-Kebir'de bulunmadığını görmekteyiz. Kaideye muhalefet şöyle dursun, baştan sona kadar Kur'an ayetlerini, Esma-i Hüsna'yı ve hakiki halis tevhidi terennüm etmektedir.
Başka büyük zatların eserlerinde de kaynaklarda rastlanmayan hadisler var mıdır?
Nakşibendiye Tarikatı’nın esasının hafi zikir tarzında Peygamberimiz (a.s.m.) tarafından Hazret-i Ebubekir-i Sıddık’a (r.a.) mağara içinde hususi bir tarzda talim edildiği başta İmam-ı Rabbani (r.a.) “Mektubat"ında, Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri “Marifetname"sinde, daha birçok tasavvuf kitaplarında önemle kayıtlı olduğu halde, meşhur hiçbir hadis kitabında yer almamaktadır Bu durumda hepsi alim ve kamil olan bu zatların görüşlerini ve telakkilerini asılsız bir hurafe olarak mı kabul edeceğiz?
Cevşenü’l-Kebir’in metinlerinden bir örnek alarak İslamiyet’in ruhuna uygunluğunu gösterir misiniz?
Cevşenü'l-Kebir’in tamamı İslam’ın ruhuna, esasına uygundur. Bir örnek olması açısından mademki Cevşenü'l-Kebiri Said Nursi Hazretleri nur risaleleri ile meşhur etmiş öyleyse biz de Cevşenü'l-Kebir’deki “nur” babı olarak bilinen kırk yedinci babın tahlilini yapalım:
“Ey nurların nuru, Ey nurları nurlandıran, Ey nurlara suret ve şekil veren, Ey nurları yaratan, Ey nurları takdir eden, Ey nurları idare eden, Ey bütün nurlardan evvel olan Nur, Ey bütün nurlardan sonra da var olan Nur, Ey bütün nurların üstünde olan nur, Ey hiçbir nurun kendisine benzemediği Nur.”
Görüldüğü gibi kırk yedinci babta Allah; Nur’un kaynağı, şekillendireni, yaratanı, ölçeklendireni, idare edeni olarak anlatıldığı gibi insanların “Nur” olarak bildiği her şeyin Allah’ın Nur’u yanında oldukça kesif ve karanlık kaldığı, ezelden ebede kadar baki olan Nur’un Allah’a ait olduğu da beyan edilmiştir. Nitekim Peygamberimiz (sav)'de Allah’ı Nur olarak nitelemiştir. Evet, Allah göklerin ve yerin nurudur Allah birine nur vermezse artık onun hiçbir nuru olamaz Çünkü Allah, var olan her şeye varlığını armağan eden, her birini kendi yaratılışındaki hikmete uygun niteliklerle donatan, hedefini ve yolunu göstererek onları daima iyiye, güzele yönlendiren; gönderdiği mesajlarla gönülleri aydınlatan, duygu ve düşünceleri arındıran ve böylece, tüm kainata nuruyla tecelli edip varlığa anlam ve değer kazandıran mutlak hakikattir, yani göklerin ve yerin nurudur.
Cevşenü’l-Kebir nüshalarında ufak tefek farklılıklar vardır. Bunu nasıl izah edersiniz?
Hz. Muhammed (S.A.V.) in çok hadislerini bizlere ulaştıran kaynaklarda da nüsha farklılığı vardır. Bu gayet doğaldır. Zaten birçok büyük zatın tertiplediği evradların başka nüshalarına baktığımızda da ufak tefek farklılıklar ile yazıldığı bilinen bir gerçektir.
Hz. Muhammed (S.A.V.) in söylediği her söz umumca bilinmekte midir? Yoksa özel ve sırlı bilgileri bazı kimselere vermiş midir?
Bu mevzua Hazret-i Ebu Hüreyre’nin (r.a.) ve İmam-ı Ali’nin (r.a.) söyledikleri ve dikkat çektikleri sözleri kat’i delildir. Başka sahabelerin aynı mevzuda ayrı sözleri de vardır. İşte Hazret-i Ebu Hüreyre (r.a.) bu hususta şöyle der: “Hz. Muhammed (S.A.V.) in iki kab ilim hıfzedip aldım. Bunlardan birisini neşrettim, amma ikincisini ise eğer neşretsem şu boyun (kendi boynunu göstererek) kesilir”. Hazret-i İmam-ı Ali (r.a.) ise der ki: “Ben Ebü-l Kasım’ın (Resulullah’ın) ağzından her işittiğimi size söyler, ifşa edersem, sizler benim yanımdan ayrıldığınızda “Ali yalancıların yalancısı, fasıkların fasıkıdır diyeceksiniz.” Demek ki sırlı, mahrem ve hususi rivayetler, dualar ve işler vardır ki, bunların meşhur ve umuma açık hadis kitaplarına geçmemeleri ile asıllarının gayr-ı mevcutluğuna hiçbir delil olamaz Cevşenü'l-Kebir duasının da böyle sırlı bir münacat olduğunu bu sebeple umumca bilinmediğini düşünüyoruz.
MUSKA VEFK NEDİR
Bazı hastalıkları, kötülükleri ve nazarı uzaklaştırmak için boyna asılan veya üstte taşınan yazılı kağıt; üç köşeli şekilde katlanmış şey; üç köşeli bir nüsha manalarında kullanılır. Ama muskanın illa üçgen olarak katlanmasına yeşil beze sarılmasına gerek yoktur kare şeklinde rulo şeklinde gümüş altın yada bez deri muhafaza içinde saklanması mümkündür.
Muska kelimesinin aslı "nüsha"dır. Arapça nüsha'dan Türkçeye bu şekilde, değişerek geçmiştir. Buna Kuzey Afrika'da "hurz", Doğu Arabistan'da "hamaya", "hafiz" yahutta "maaza", Türkiye'de "muska", "nusha" veya "hamail" denir. Hadis ve fıkıh kitaplarında, "rukye" olarak geçmektedir. Medyum Recep Kaplan uzun yıllar Radyo Televizyon programlarında Muska dediği için RTÜK tarafından sürekli programlarına ceza verildiği için Muska yerine VEFK diye isimlendirilmiş ve birçok kişi artık muskaya vefk demeye başlamıştır. Vefk ve Muska içerik olarak aynıdır
Muska, genellikle olası bir hastalıktan korunmak veya tedavi amacıyle yazılarak taşınır. Çoğunlukla üçgen biçiminde meşin, teneke, gümüş ve altın kalplar içine konarak boyna asılır ya da kola takılır. Dört köşeli veya kalp biçimiııde kaplara da konan hamail, bütün İslam dünyasında yaygın biçimde kullanılmaktadır.
Muskalara yalnızca sure, ayet, hadis veya bir dua yazıldığı gibi, Allah'ın, meleklerin, efsanevi kişilerin adları, anlaşılmaz tılsımlı sözler, simgeler, yıldız işaretleri, rakamlar, rumuz ve işaretler, insan ve hayvan resimleri ile garip harf şekilleri de yazılıp çizilmiştir. Sure, ayet, hadis ve duanın yazıldığı muskalar İslam dönemine; diğerleri ise, İslam'dan önceki batıl inanç ve hurafelere aittir.
Müslümanlar arasında muskalara 113. sure olan Felak, 114. sure olan Nas, Yasin, Fatiha süreleri, Ayetü'l-Kürsi (2/256), Ayetü'l-Arş (9/130), diğer çeşitli ayet, hadis ve dualar yazılır. Mesela Nazardan korunmak içim Kalem suresi Ve in yekadullezine keferu le yuzlikuneke bi ebsarihim lemma semiuz zikra ve yekulune innehu le mecnun(mecnunun). Ve ma huve illa zikrun lil alemin(alemine)." (Kalem Suresi 51-52)Diğer muska yada Vefk için yazılan ayetleri yazmıyorum zira sahtekar medyum yada hocalar kopyalıyorlar
İslam fıkhı alimleri, zararı gideren şeyleri üçe ayırmışlardır: Birincisi, açlık için ekmek yemek ve susuzluk için su içmek gibi kesin olanlarıdır. İkincisi, tıbbi tedavilerin bir kısmı gibi muhtemel (maznun) olanlardır ve üçüncüsü de, okuyarak tedavi gibi, etkisi ihtimalli olanlardır. Zararı gidereceği kesin olan şeyi kullanmak farz ve onu terketmek haramdır. Muhtemel olanı yapmak iyidir. Ancak onu terketmek haram değildir. Üçüncü türünü yapmak da caizdir (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, İstanbul 1970, IX, 6395 vd.).
Dolayısıyle İslam'a göre nazar, korku ve benzeri bazı psikolojik hastalıklar için sure, ayet, hadis ve duaları okumak ve yazıp bir yere asmak caiz kabul edilmiştir.
Her şeyden önce İslam dini, insan sıhhatinin korunmasına ve hastalandığı zaman tedavi görmesine son derece önem vermiştir. Ebu Hureyre, İbn Abbas ve İbn Mes'ud'tan rivayet edildiğine göre, birisi Hz. Peygamber (s.a.s)'in huzuruna gelerek, "Ya Rasulallah, gerektiğinde tedavi olalım mı?" diye sormuş. Hz. Muhammed (S.A.V.) bu soru üzerine: "Ey Allah'ın kulları tedavi olunuz. Yüce Allah ihtiyarlığın dışındaki her hastalığın şifasını da yaratmış" diye buyurmuştur (Buhari, Tıb, 1; et-Tirmizi, Tıb, 2;)
Ebu Said kanalıyla rivayet edilen bir hadiste, Hz. Muhammed (S.A.V.) 'in MUAVVİZETEYN (Felak ve Nas) sureleri nazil oluncaya kadar, insan ve cinlerin nazarlarından Allah'a sığındığı açıklanmaktadır (et-Tirmizi, Tıb, 16; İbn Mace, Tıb, 33).
Hasta olan bir insanın dua etmesi ve okuması caiz olduğu gibi, salih kimselere bunu yaptırmak da caizdir. Hz. Aişe (r.a)'dan şöyle rivayet edilmiştir: Hz. Muhammed (S.A.V.) hasta olan akrabalarının üzerine okuyarak sağ eliyle onları sıvazlar ve şöyle derdi: "Ey Allah'ım, ey insanların Rabb'ı, şu hastalığı götür, şifa ver, şifa veren Sensin. Senin vereceğin şifadan başka şifa yoktur. Hastalığı ortadan kaldıracak bir şifa ver" (İbn Mace, Tıb, 35, 36).
Bu ve benzeri rivayetlere göre, okuma ve yazma sureti ile tedavi caizdir. Ancak bunun için bazı şartlar vardır. Bu şartları şöyle sıralamamız mümkündür:
Okunan ve yazılan şey sure, ayet, hadis veya manası anlaşılan dua olacak.
Manası bilinmeyen bir takım isim, harf, resim ve işaretler kullanılmayacak.
Tıbbi tedavide olduğu gibi, burada da şifa verenin yalnız Allah olduğuna inanılacak; O'ndan başkasından hiç bir şey umulmayacaktır.
Sevdirmek veya nefret ettirmek gibi, tedavi ile alakası olmayan şeyler için yapılmayacaktır (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, IX, 6397).
Dikkat edilecek diğer bir husus da muska yazarken veya yazdırırken, İslam'a muhalif olan her şeyden uzak durmak gerekir. Ölçü İslam ve niyet Allah'ın rızası olmalıdır.
Alimlerin çoğunluğu, okuma veya yazma yolu ile tedaviden ücret almayı caiz görmüş bunu haram kabul etmemişlerdir (et-Tirmizi, Tıb, 20; el-Ayni, Umdetu'l-Kari, V, 647). Ancak bunu istismar etmemek gerekir.
Yukarıdaki şartlara uygun olarak yazılan muskaları kullanmak ve taşımak caizdir. İslam dini açısından herhangi bir sakıncası yoktur; fakat bu şartlara aykırı olarak yazılan ve taşınan muskalar, Allah'a ortak koşma (şirk) anlamına gelebileceğinden, kesinlikle yasaklanmış, haram kabul edilmiştir.
BÜYÜ NEDİR? NASIL BAŞLAMIŞTIR? BÜYÜNÜN İSLAMİ HÜKMÜ NEDİR?
Şimdiye kadarki gözlemlerden anlaşıldığına göre büyü, özellikle ip, saç, tırnak, elbiseler vs.den yararlanılarak yapılır. Büyüde en önemli faktör, büyü yapanın kalbini bağlaması,
Şimdiye kadarki gözlemlerden anlaşıldığına göre büyü, özellikle ip, saç, tırnak, elbiseler vs.den yararlanılarak yapılır. Büyüde en önemli faktör, büyü yapanın kalbini bağlaması, yapacağı işin tesir edeceğine inanması ve şeytandan yardım dilemesi ve nefes olayıdır.
Büyü yapmak haramdır ve günah bakımından bu işi yapanla, sebep olan arasında çok fazla bir fark yoktur. Büyücünün kazancı da, büyücüye verilen para da haramdır!
İslam dinine göre büyü yapmak haramdır. Kur’anı Kerim’deki hükümlerden büyü öğretmenin, öğrenmenin ve yapmanın, şirk ve küfür olduğunu anlamaktayız.
Hz. Muhammed (S.A.V.) Yedi büyük günah arasında büyü yapmayı da saymış, büyü yapanın Allah’a şirk koşmuş olacağını bildirmiştir. Bir kişi, büyücülerin her şeyi yapabileceğine inanırsa, Allah'a şirk koştuğundan kafir olur.
BÜYÜ NEDİR?
Kur’anı Kerim’de büyü ile ilgili olarak en geniş bilgi Bakara Suresi’nin 102. ayetinde verilmektedir.
Bu ayette Cenab-ı Allah şöyle buyurmaktadır: "Süleyman'ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların uydurup söylediklerine tabi oldular. Halbuki Süleyman asla kafir olmadı. Fakat o şeytanlar kafir oldular. Çünkü insanlara sihri ve Babil'de Harut ile Marut isimli iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek : ‘Biz ancak bir imtihan için gönderildik, sakın büyü yapmaya cevaz verip de kafir olma’ demedikçe bir kimseye öğretmezlerdi. İşte bunlardan kişi ile karısını ayıracak şeyler öğreniyorlardı, fakat Allah'ın izni olmadan bununla hiç kimseye zarar verebilir durumda değillerdi. Onlar, kendilerine zarar verecek, faydası dokunmayacak bir şey öğreniyorlardı. Andolsun ki, onu her kim satın alırsa, ahirette onun bir nasibi olmadığını gayet iyi biliyorlardı. Fakat karşılığında canlarını sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu bilselerdi!"
Yukardaki ayetten, büyü öğretmenin, öğrenmenin ve yapmanın, şirk ve küfür olduğunu anlamaktayız. Yüce Allah’ın buyruğuyla Babil toplumuna indirilen Harut ve Marut adlı iki melek, halkı aydınlatarak şirk ve küfürden, sihirbaz kafirlerin şerrinden korumak, tevhidi hakim kılmak amacıyla, istismar yoluyla büyünün de kendisine dayanılarak yapıldığı “bilgi”yi öğretmişlerdi. Bilgi haram değil, ancak bunun istismar edilmesi, şirk ve küfre alet edilmesi haramdır.
Daha sonraları şeytanlar/Yahudiler, sırf kendi uydurmaları olan sihri/büyüyü ve Babil'de Harut ve Marut adlı iki meleğe indirileni, insanlara ve o zamanki İsrailoğulları'na saptırmak maksadıyla öğretiyorlardı. Fakat kaydettiğimiz gibi o iki meleğe indirilen şey, aslında bir sihir değil, fakat fesat ehlinin elinde küfre vesile olabilecek bir bilgi iken, şeytanlar bunu yalnızca sihir yapmak için öğretmişlerdir. Halbuki Harut ile Marut bunu öğretecekleri zaman "Biz bir fitneyiz, bu öğreteceğimiz şeyler fitneye müsaittir, kötüye kullanılması da küfürdür. Sakın sen bunu sihir yapmada kullanıp da küfre girme!" demedikçe ve bu yolda nasihat etmedikçe kimseye bir şey öğretmemişlerdi.
Dini örfte sihir, sebebi gizli olmakla, gerçeğin zıddına tahayyül olunan, gözbağcılık, yaldızcılık, şarlatanlık, yaldızcılık, hilekarlık tarzında cereyan eden bir şey demektir. Mahiyetinde esrarengiz gizli sebep ve incelik; dış görünüşünde cazibe, hile ve kötü niyet vardır. Bizzat ilahi irade ile meydana gelen olaylardan değildir. Ortaya konulabilmesi için teşebbüs edilmesi gerekli özel bir sebebi vardır.
Sihir/büyü, İslam'ın kesin olarak yasaklayıp reddettiği bir inanç ve işlem olup tabiat kuvvetleriyle insanlara bir takım etkilerin yapıldığı söylenen ilkel bir anlayış ve olgudur.
Sihrin temeli, imansızlık, ahlaksızlık ve aldatmaktır. Sihirbazlar, çeşitli ilimlerden, edebiyattan, felsefeden, teknolojiden, hatta tabiattaki garip ve acaib yaratılışlardan su-i istimaller ve istismarlar yaparak yararlanmasını bilirler.
BÜYÜNÜN TARİHÇESİ VE İSLAM’DA BÜYÜNÜN HÜKMÜ
Büyü ve büyücülüğün tarihi, insanlık tarihini kadar eskidir ve Keldaniler zamanına kadar uzanır. Babil’de yani bugünkü Irak’ta yaşayan Keldaniler, astronomi ve astrolojide çok ileri gitmişlerdi. Keldaniler'de, büyü, her yere dağılmış olan perilerin tabiat olaylarını meydana getirdikleri inancına dayanıyordu.
Sihir ve sihirbazlar tarihinin ikinci bölümünü de, Mısır’da Firavun’un sihirbazlarıyla Hz. Musa arasında geçen olaylar meydana getirmektedir. Kur’anı Kerim’de haber verildiği üzere (Araf, 7-116; Taha, 20-66) Mısır sihirbazları da halka karşı esrarengiz bir şekilde gözbağcılık yaparlar, hayali şeyleri gerçekmiş gibi gösterirlerdi.
Yahudilik'te ise büyü, çok revaçtaydı. Her türlü harikalar, şöhret bulmuş itikatların bütünü Yahudilik'te mevcuttu. Büyü Yahudiler arasında yayıldığı gibi hiçbir millet arasında yayılmadı.
İslam dinine göre büyü yapmak haramdır. Allah Resulü, yedi büyük günah arasında büyü yapmayı da saymış, büyü yapanın Allah’a şirk koşmuş olacağını bildirmiştir. Yine, büyüye inanan ve doğruluğunu tasdik eden kimselerin Cennet’e giremeyeceğini haber vermiştir.
Büyünün İslami hükmü şöyle verilmiştir: Eğer yapılan büyü, küfrü gerektiriyorsa, bunu yapanın küfre gireceği açıktır. Yine yapılan sihirde imanın şartlarından birini inkar etmek varsa, o büyü küfrü gerektirir. Mesela birisi, büyücülerin her şeyi yapabileceğine inanırsa, Allah'a şirk koştuğundan kafir olur.
Kur'an-ı Kerim, bize büyücülerin şerrinden Allah'a sığınmamızı öğretmiş ve bu konuda şöyle buyurmuştur: "Düğümlere üfleyen büyücülerin şerrinden Allah'a sığınırım de" (Felak Suresi 4). Hz. Musa ve sihirbazlar hakkında nazil olmuş olan bir ayet de şöyledir: "Sağ elindekini at da, onların yaptıklarını yutsun. Yaptıkları, sadece bir büyücü hilesidir. Büyücü ise, nereye varsa (ne yapsa) iflah olmaz." (Taha suresi :69)
BÜYÜ YAPANLAR BUNU NASIL YAPMAKTADIR?
Sihir/Büyü, etkilemek, tesir altına almak anlamına gelir. Gönüllere ve bedenlere tesir etmek, insanı hasta yapmak, karı ile kocanın arasını açmak amacıyla ortaya konulan bazı düzenlere sihir veya büyü denilmiştir. Sihir ya da büyünün şerrinden Yüce Rabbimize sığınılması emredilmiştir. Büyü, yapılışında ilmi bir hakikate dayanıyorsa tesiri vardır, yoksa asılsız bir hurafeden ibarettir
Şimdiye kadarki gözlemlerden anlaşıldığına göre büyü, özellikle ip, saç, tırnak, elbiseler vs.den yararlanılarak yapılır. Büyüde en önemli faktör, büyü yapanın kalbini bağlaması, yapacağı işin tesir edeceğine inanması ve şeytandan yardım dilemesi ve nefes olayıdır. Nefes etme üflemektir ki, tükürüklü veya tükürüksüz olabilmektedir. Büyü yaparken kutsal kitaplardan birtakım bölümler okunmakta, üflenmektedir. Büyücüler, yapılacak büyüye göre günün ve ayın farklı zamanlarını seçmektedirler. Ancak şunu unutmamalıdır ki, gerçek bir Müslüman böyle şeylerden medet ummaz ve bu tür şeylerle meşgul olmaz. Büyü yapmak haramdır ve günah bakımından bu işi yapanla, sebep olan arasında çok fazla bir fark yoktur. Büyücünün kazancı da, büyücüye verilen para da haramdır.
SİHRİN TESİRİ
Büyünün tesiri konusunda Elmalı Tefsiri’nde şu bilgiler verilmektedir:
Sihrin en büyük tesiri ruhlar üzerindedir; sihri yapanlar fikirleri bozar, kalbleri çeler, ahlakı perişan eder, toplumların altını üstüne getirir.
Sihir yapanlar, Allah'ın izni olmadıkça kimseye bir zarar veremez. Çünkü gerçek tesir, ne sihirde, ne sihirbazda, ne tabiatta, ne ruhta, ne yerde, ne gökte, ne şeytanda, ne melektedir. Hakiki müessir ancak ve ancak Allah'dır. Fayda ve zarar denilen şey de ancak O'nun izni ile meydana gelir. O halde her şeyden önce insan Allah'dan korkmalı ve Allah'a sığınmalıdır ve bunlara karşı koymak için de Allah'ın kitabına sarılmalıdır.
Sihrin asıl zararı, başkalarından çok yapanlaradır. Bu kimseler ömürlerini nasıl çirkin şeylerle geçirdiklerini bilmezler. Sevgili Medyum Recep Kaplan Ziyaretçileri Büyü Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) in Buyurduğu gibi 7 büyük günahtan biridir yapanda yaptıranda Cehennemliktir. Büyünün ak büyü kara büyü hayrına şerrine iyiliğine yapılanı olmaz Büyü Büyüdür. Lütfen Dünya ve Ahiret saadetiniz için Büyüden uzak durun.