Güneydoğu Anadolu: Gizemli ve Kadim Efsaneleri
İnsanlık tarihine çok uzun yıllardır beşiklik etmiş Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin kadim kentleri nesilden nesle aktarılan pek çok efsanenin de yuvası olmuş. Eski çağlardan beri söylenen ve sözlü tarihimizin en önemli unsuru olan efsanelerde, kahraman bölge halkının çoğunlukla gerçek olaylara dayanan hikayeleri ve gizemli bölgenin doğaüstü olayları aktarılır.
Gelin bu kadim bölgenin kahramanlık ve gizem dolu ünlü efsanelerini bir kez daha hatırlayalım.
Balıklı Göl Efsanesi (Şanlıurfa)
Güneydoğu Anadolu Bölgesinin efsaneleriyle ünlü kenti kesinlikle Urfa’dır. Balıklı Göl efsanesi ise bölgenin en bilenen efsanelerinden biridir. Bir zamanlar bu şehirde Nemrut adında zalim bir hükümdar yaşarmış. Yaptığı bu zalimliklerle kendinden geçen Nemrut gün gelmiş kendisini Tanrı zannetmeye başlamış ve büyük tapınaklar yaptırıp içine de kendi heykellerini koydurmuş. Halkına da baskı yaparak kendisine Tanrı diye tapmalarını istemiş.
Bir gece zalim Nemrut uykusunda korkunç bir kabus görmüş. Kan ter içinde fırlamış yatağından. Hemen sarayın bütün kahinlerini ve büyücülerini çağırtmış ve rüyasını anlatmış onlara. Nemrut’un rüyasını dinleyen kahinlerin ileri gelenleri şöyle yorumlamış Nemrut’un rüyasını: “Efendim, krallığınızda dünyaya gelecek bir çocuk sizin tahtınızı ve saltanatınızı yıkacak, ülkeniz üzerindeki hakimiyetinize son verecek.”
Nemrut, kahinlerin önerisiyle doğacak bütün erkek çocukların öldürülmesi emrini vermiş. Tüm bu zulme rağmen Hz. İbrahim doğmuş. Annesi çocuğunun öldürüleceği korkusuyla onu iyice sarıp sarmalayıp mağaranın en dibine gizlemiş. Mağarayı kendilerine korunak olarak kullanan ceylanlar bu küçük çocuğu kendi sütleriyle besliyorlarmış.
İbrahim sarayda yaşamaya başlamış ve burada Nemrut’un bir diğer evlatlığı genç Zeliha ile tanışıp dost olmuş. İbrahim sarayda geçirdiği günlerde kendisini evlatlık alan Nemrut’un halka yaptığı zulümlerden ve putlara tapınmasından dolayı kızmaya başlamış.
İbrahim bir gün tapınağın boş olduğu bir saatte eline bir balta almış ve tapınaktaki bütün putları tek tek kırmaya başlamış. Hepsini kırdıktan sonra elindeki baltayı da tapınağın baş köşesine yerleştirmiş ve Nemrut’a benzeyen en büyük heykelin omzuna asmış. Nemrut olanları duyunca sinirden çılgına dönmüş ve derhal bunu yapanın bulunmasını emretmiş.
Kısa bir araştırmanın ardından İbrahim, Nemrut’un huzuruna çıkarılmış. Nemrut “Sen mi yaptın” diye sorunca, son derece sakin bir şekilde cevap vermiş “Hepinizin gördüğü gibi balta en büyük heykelin omzunda duruyor. Yapsa yapsa o yapmıştır.” demiş. Nemrut, Hz.İbrahim’in bu cevabı üzerine daha da sinirlenmiş, “Olur mu böyle saçmalık. O cansız bir taş parçası. Nasıl eline bir balta alıp da böyle bir şey yapabilir ki?” Hz. İbrahim de gülümseyerek cevap vermiş Nemrut’a:
“İşte benim de anlatmak istediğim buydu. Siz kendi elinizle yaptığınız bu taş parçalarına nasıl olur da taparsınız ve onlardan adalet, huzur, bereket beklersiniz? Bu taşlar gerçekten Tanrı olsalardı kendilerini koruyabilirlerdi” Bu cevaba çok sinirlenen Nemrut hemen İbrahim’in yakalanıp ateşe atılmasını emretmiş. Nemrut, kalenin kuzeyinde kalan dağın tepesindeki iki büyük sütunu mancınık olarak kullanıp, Hz.İbrahim’i buradan ateşe atmaya karar vermiş.
Tam bu esnada Allah: “Ey ateş, serinlik ve esenlik ol” diye buyurmuş. Hz. İbrahim ateşin üzerine düşer düşmez ateşin yerinde berrak küçük bir göl oluşuvermiş. Allah’ın emri ile hazırlanan o devasa ateş bir göle; ateş için toplanan odunlar da balıklara dönüşmüşler. Odunlar biraz yanmış oldukları için balıkların sırtında kara lekeler oluşmuş. Varlığına inandığı ve sürekli onu aradığı için Allah, Hz.İbrahim’e “Halilim” yani dostum demiş. Bu göle de bu yüzden “Halilurrahman Gölü” denmiş. Zeliha’nın döktüğü gözyaşlarından oluşan göle ise “Zeliha’nın gözyaşları”anlamına gelen “Ayn-ı Zeliha Gölü” ismi verilmiş.
Şahmeran Efsanesi (Mardin)
Şahmeran, daha çok güney, orta ve doğu Anadolu resminde, masallarında, hikâyelerinde rastlanan akıllı ve iyicil olarak tanımlanan bellerinden aşağısı yılan, üstü ise insan şeklindeki Maran adı verilen, doğaüstü yaratıkların başında bulunan ve hiç yaşlanmayan, ölünce ruhunun kızına geçtiğine inanılan varlıktır.
Mardin’de Şahmeran bir resimle tasvir edilir ve Şahmeran ustaları tarafından yapılan tablolar evlerin duvarlarını süsler. Şahmeran, özünde iyilik olan bir canlıdır. Yer altında yılanları ile birlikte yaşar. Tüm yılanlar ona itaat eder.
Cemşab adlı bir genç, arkadaşlarının açgözlülüğü yüzünden buldukları balı paylaşmamak adına, kuyunun dibinde bırakılır. Burada yalnız kalan ve yukarıya çıkamayan Cemşab, kuyunun yan tarafındaki bir delikten Şahmeran’ı görür. Şahmeran Cemşab’ı çok sever. Cemşab, Şahmeran’ın yanında kaldığı süre içinde Şahmeran ona tıp bilimiyle ilgili hiçbir insanın sahip olamadığı bilgileri verir. Cemşab da bu bilgileri öğrenmek için elinden geleni yapar. Bir söylentiye göre Cemşab, aslında bilinen Lokman Hekim’dir.
Aradan geçen uzun bir süreden sonra Cemşab sıkılır ve evine dönmek ister. Şahmeran gitmemesini ister, ama Cemşab bu konuda kararlı olduğu için gitmesine izin verir. Giderken Şahmeran kendisini gördüğünü kimseye söylememesi gerektiği konusunda Cemşab’dan söz alır. Cemşab, evine döndükten sonra Şahmeran’ı gördüğünü kimseye söylemez. Ama zamanın hükümdarı hastalanır ve hastalığının tek çaresi de Şahmeran’ın vücudundadır. Şahmeran’ı kesip etini hükümdara yedirerek iyileştirmeyi düşünen vezir, her yerde Şahmeran’ı arar. Cemşab Şahmeran’ın yerini söylememekte kararlı olsa da, vezir Cemşab’ı da hamama çağırır. Bir köşeye gizlenerek Cemşab’ı izler. Orada yıkanmak için soyunan Cemşab’ın vücudunun pullarla kaplı olduğunu gören vezir birden ortaya çıkar. Şahmeran’ı gören insanın vücudunun pullarla kaplı olacağını bilen vezir Cemşab’ı zorla konuşturur. Bunun üzerine Cemşab istemeyerek de olsa Şahmeran’ın yerini söylemek zorunda kalır.
Yakalanan Şahmeran, Cemşab’ın ne kadar üzgün olduğunun farkına varır. Bunu isteyerek yapmadığını anlar. Çaresiz ölecektir Şahmeran, ama ölmeden önce Cemşab ile görüşmek ister. Cemşab’a kendisini öldürdükleri zaman etini kaynatıp suyunu vezire içirmesini, etleri de hükümdara yedirmesini söyler. Cemşab Şahmeran’ın söylediklerini aynen uygular. Suyunu vezire içirir. Vezir oracıkta ölür. Etini hükümdara yedirir, hükümdar hastalığından kurtulup iyileşir. Şahmeran efsanesi iyilik yapma ve kötülük bulma konusunda insanlara bir ders niteliği taşır ve kuşaklar boyu anlatılagelir.
Efsaneye göre Şahmeran’nın yılanları, hâlâ Şahmeran’nın öldüğünü bilmez. Eğer yılanlar Şahmeran’ın öldüğünü öğrenirlerse tüm şehri basacak ve Şahmeran’ın intikamını alacaktırlar. Ama efsanede Şahmeran barışçı ve iyilikseverdir. Yılanları insanlara zarar vermesin, öldüğünü anlamasın diye bir takım hilelere başvurduğu söylenir.
Defnenin Gözyaşları Efsanesi (Antakya)
Apollon ve Dafni, Antik Yunan mitolojisinde anlatılan bir efsanedir. Efsaneye göre, Yunan Deniz Tanrısı Peneus’un kızı Dafni’ye, Apollon aşık olmuştur. Apollon aslında çok iyi bir okçudur ve kendiyle övünmeyi çok sever. Bir gün kendisi gibi iyi bir okçu olan Afrodit’in oğlu genç Eros ile karşılaşır ve onun okçuluk kabiliyeti ile ilgili alaycı sözler söyler. Buna karşılık, Eros öç almak ister ve iki ok hazırlar. Biri altın suyuna batırılmıştır ve saplandığı kişiye tutku ve sonsuz aşk verecektir. Diğer ok ise saplandığı kişiyi aşk ve tutkudan tamamen uzaklaştıracaktır. Altın ok Apollon’un kalbine saplanır ve Dafni’ye umutsuzca aşık olur. Fakat ne yazık ki diğer ok Dafni’nin kalbine saplanmıştır. Dafni, Apollon’dan sürekli kaçar ve aşkını reddeder.
Bir gün Dafni yine kaçarken Apollon’a yakalanır ve babası Yunan Deniz Tanrısı Peneus’dan yardım ister. Peneus, Dafni’yi Defne ağacına dönüştürür ve Dafni sonsuza dek Defne ağacı olarak kalır.
Apollon ise, Defne ağacından aldığı yapraklarla kendine bir taç yapar ve bu tacı başından hiç çıkartmaz. Bu olay Antakya’nın Harbiye Beldesinde geçmiştir. Bu efsanenin kanıtlarından en önemlilerinden biri Antakya Arkeoloji Müzesini’nde bulunan Apollon ve Dafni mozaiğidir. Ayrıca burada yaşayan halk, Harbiye’nin meşhur şelalelerine “Dafni’nin Gözyaşları” adını vermiştir. Üstelik bu şelaleler defne ağaçları arasından akmaktadır.
Yedi Kardeşler Burcu Efsanesi (Diyarbakır)
Diyarbakır surları üzerinde 78 burç vardır. Bunlardan biri de Yedi Kardeşler Burcu‘dur. Burcun bu adı alışı şu efsaneyle açıklanır:
Bu dönemde düşman Diyarbakır surlarını kuşatır. Günlerce süren kanlı çarpışmalardan sonra kale düşer. Ancak, yedi kardeşin savunduğu, şimdiki Yedi Kardeşler Burcu bir türlü teslim olmamaktadır. Düşman tüm gücüyle yüklenir, sonuç alamaz. Uzlaşmak üzere elçi gönderir. Yedi Kardeşlerin elçiye cevabı şöyle olur:
Biz bir şartla teslim oluruz. O da canımızın bağışlanması. Burayı yalnız kralınıza ve komutanlarınıza teslim ederiz. Gelip burca girsinler ve kaleyi teslim alsınlar, sonra da canımızı bağışlasınlar. Kral bu şartı kabul eder. Komutanlarıyla birlikte burca girer. Girer girmez büyük bir patlama olur. Yedi Kardeşler barut mahzenini ateşlemiştir. Kale havaya uçar. Kral, komutanlar ve yedi kardeş ölür. Düşman ordusu dağılır. Bu olaydan sonra bu burcun adı Yedi Kardeşler Burcu olur.
Doğunun En Gizemli Yerleri
Türkiye’nin Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’sunda çok eski zamanlarda yapılan birbirinden farklı ve o kadar gizemli yapılar var ki, gördüğünüz zaman hayranlık duyacaksınız. Sorun şu ki Türkiye’nin batısına gittiğimiz ve gezdiğimiz kadar; Türkiye’nin doğusuna gitmiyoruz ve oradaki güzelliklerden bihaberiz.
Unutmayalım, en eski ve köklü medeniyetler Türkiye’nin doğusunda inşa edildi ve hayat buldu. Doğuya gittiğiniz zaman oradaki eski, tarihi dokuyu hissedeceksiniz. Haydi o zaman rotamızı Doğu’nun gizemli dünyasına çevirelim.
Ani Harabeleri
Hani derler ya, “dünyanın en eski medeniyetleri nerede kuruldu” diye. Mezopotamyademek doğrudur. Mezopatamya Türkiye’nin güney doğusunu da kapsamaktadır. O’na yakın olan yerlerde de yerleşimler kurulmuştur. Kars da bunlardan biridir. Kars sınırları içinde bulunan M.Ö 350-300 yıllarına dayanan Ani Harabeleri, yağmalara, işgallere maruz kalmış ve saldırılar sonucu ancak bu kadar ayakta kalabilmiştir. Yıllarla, savaşlarla mücadele eden bu inanılmaz harabeler sanki dünyanın sonu burasıymış hissini veriyor. Buraya gidip gördüğünüz zaman tarihin bütün sahneleri gözlerinizin önünden bir perde gibi geçecektir. Ani Harabeleri'ne gidip bu doğayı da gezip görmeden gelmeyin. Kars’a 48 km uzaklıkta olan Ani Harabeleri Türkiye- Ermenistan sınırında yer alıyor.
Ahlat Mezarlığı
Bir Selçuklu mezarlığı olan Ahlat Mezarlığı, dünyanın en büyük Müslüman mezarlığıolma özelliğini taşımaktadır.Bitlis’in Ahlat ilçesinin sınırları içinde yer alan bu mezarlık, 11.ve 12. yüzyıllardan beri dünyanın en büyük mezarlığı olma özelliğini taşıyor. Mezarlık, 10 bin metrekarelik bir alanı kaplıyor, en ünlü sanatkarların eserleri bulunuyor ve tespitlere göre 8 bin mezar taşı vardır. Buraya geldiğiniz zaman farklı bir duygu hissedeceksiniz, mistik bir hava içinde burada bulunan mezar taşlarına dokunacaksınız. Bu gezi sizlere çok şey katacak.
Akdamar Kilisesi
Van’ın en göz dolduran manzaralarını suna Akdamar Adası’nın üzerinde yer alır. Adanın içerisinde yer alan Surp Haç Kilisesi adanın ismiyle Akdamar Kilisesi olarak bilinir. Mimari açıdan oldukça muazzam olan bu yapı Kral Gagik’in isteği üzerine 915-921 yılları arasında inşa edilmiştir. Bu kilise aynı zamanda Ortaçağ’da Ermeni sanatının en parlak eserleri arasındadır. Her yıl bir kere de olsa Ermeniler tarafından mutlaka ziyaret edilir. Günümüzde müze olan bu yapı oldukça gizemli bulunmaktadır. Van gölü üzerinde, Akdamar adasındabulunan bu kiliseye tekne ile ulaşımınızı sağlayabilirsiniz.
Turabdin Platosu
Şimdi de yönümüzü Türkiye’nin güneydoğusuna çevirelim ve Mezopotamya’nın eşsiz bucaksız güzelliklerini görelim. Mardin’in 30 km güneydoğusunda Mardin- Nusaybin yolunun 9 km doğusunda bulunan Turabdin Platosu’nda 80 manastır ve keşfedeceğiniz birbirinden fazla otantik köy sizleri bekliyor. Uçsu bucaksız olan bu platoda Mor Gabriel Manastırı ve Turabdin Köyleri’nden olan Midyat Zaz burada gezebileceğiniz başlıca yerler.
Harran Ovası
Mezopotamya’nın en eski kalıntılarının bulunduğu bu ova oldukça önemlidir. Dünya’nın en eski üniversite kalıntılarının yer aldığı bu ova içinde birçok yapıyı barındırıyor. Her adımı tarih kokan bu yer tüylerinizi diken diken edecektir. Hz. İbrahim’in kenti de Harran Ovası'ndayer alıyor. Şanlıurfa’nın en verimli toprağı olan Harran Ovası'nın, Şanlıurfa merkeze 44 km uzaklık mesafesi vardır.
Nemrut Krater Gölü
Çoğu insanın bildiği, televizyonlarda gördüğü Nemrut Dağı değil, Nemrut Krater Gölü. Burası volkanik bir çanaktır. Geçmişi binlerce yıl öncesine dayanıyor. Aynı çanağın içinde iki göl vardır. Bu göllerden biri sıcak; diğeri ise soğuktur. Bir doğa harikası olan bu krater göl Türkiye’nin en büyük krater gölüdür. 2400 yüksekliği olan Nemrut Dağı’nın tepesinde bulunmaktadır. Dağın doruğunda olan Nemrut Gölü’nde yüzebilir ve birbirinden değişik çiçekler barındıran bu yamaçlarda çiçeklerin dağ kokusunu içinize kadar çekebilirsiniz.Nemrut Gölü, Tatvan’a 15 km, Bitlis’e ise 26 km uzaklıkta yer alıyor.
Darende
Malatya'da bulanan darende pek fazla insan tarafından bilinmemektedir. Kendini gizlemeyi başarmış çok hoş bir kasabadır. İçerisindeki göz kamaştırıcı güzellikleriyle insanı büyülemektedir.
Divriği
Sivas'ın bir vadinin kenarında eski zamanların medeni kasabalarından birisi olan Divriğibakmaya doyamayacağınız güzelliktedir. İçerisinde bir çok ilgi çekici yapıyı barındıran Divriğipek fazla insan tarafından bilinmese de gidilmeye değer bir kasabadır.
Hasankeyf
Karşısına geçtiğimizde ceketlerimizin düğmesini ilikleme ihtiyacı hissedeceğimiz; yaşlı, hem de çok yaşlı bir tarihi bekçiden bahsetmek istiyoruz. Dicle Nehri’nin kenarında, sırtını kayalıklara yaslamış, muhteşem kalesi ve kentin iki yakasını bir araya getiren tarihi bir taş köprü ile asırlardır mutlu mesut yaşayan Hasankeyf burası. Batman’da bulunan bu tarihi kent; yaşlandıkça güzelleşmiş, güzelleştikçe efsaneleşmiş. Ülke sınırları içinde böyle bir yerin varlığını bilmek bir mutluluk sebebiyken, bu antik kentin atmosferini solumanın hazzını varın siz düşünün.
Adım Başı Uygarlık
Doğu her zaman mistik havası ile karşımıza çıkmış gizemli bir coğrafya. Doğu’nun rengi kahverengi, yemekleri baharatlı, insanı içten, tarihi heybetli… İşte tüm bu özellikleri ile Doğu’nun kimliğini oluşturan Hasankeyf’in hikayesi 10 bin yıl önceye kadar dayanıyor. Geçirdiği 10 bin yılda; Mitannin, Asur, Urartu, İskit, Med, Pers, Makedonya, Roma, Bizans, Abbasi, Selçuklu ve son olarak Osmanlıların egemenliğine girmiş burası. Bölgenin bu özelliği, adım başı başka bir uygarlığın varlığını hissetmenize olanak sağlıyor.
Birçok önemli uygarlığa ev sahipliği yapmış Hasankeyf…
Kaleden Tarihe Bir Bakış
Hasankeyf’e vardığınızda tarihi bir efsanenin masal kahramanlarını görmek sizi fazlaca heyecanlandıracak. Bu kahramanların en ünlüsü Hasankeyf Kalesi. Sarp kayalar üzerine inşa edilmiş kale, tamamen doğal malzemelerden oluşuyor. Kale, önceden bir yerleşim alanıymış fakat Bizanslılar Sasaniler’e karşı korunmak için bir kaleye ihtiyaç duymuşlar ve bu mükemmel yapıyı oluşturmuşlar. Yaklaşık 200 metre yüksekliğinde olan bu kalenin içinde gizli geçitler ve iki saray bulunuyor. Büyük olan saray, 2 katlı. Önceden alt katında dükkânların olduğu söyleniyor ve bu sarayın yakınlarında da bir kule bulunuyor. Küçük saray ise Eyyubiler tarafından inşa edilen, çok gizemli bir yapı. Sarayın penceresi üstünde bulunan aslan kabartmaları sevgiyi ve saygıyı temsil ediyor. Küçük sarayın içinde ayrıca Dicle Nehri’ne uzanan bir gizli geçit de bulunuyor. Geçmiş hayatların heybetli bir özeti olan bu yapı, Hasankeyf’in portresini oluşturuyor.
İçinde gizli geçitler ve 2 saray bulunan Hasankeyf Kalesi.
Sanatın Estetik Şahitleri
Hasankeyf’te bulunan tarihi taş köprü için şu tanımlamayı yaparak klişelerin kucağına atlamak istiyoruz: Geçmiş ve geleceği birbirine bağlayan köprü… Tahmin dahi edilemeyecek kadar eski bir tarihe dayanan bu köprü, günümüzde tek bir kemer kısmıyla ayakta. Bu köprünün ilginç tarafı ise eskiden orta kısmının ahşaptan olmasıymış. Savaş sırasında ahşap kısım çıkartılarak, düşman askerlerinin kente ulaşması engelleniyormuş. Orta Çağ döneminin en büyük köprüsü olarak bilinen eser, fazlasıyla zarar görse de gizemini korumaya devam ediyor. Özellikle köprünün ayakları üzerinde bulunan akrep ve aslan kabartmalarına dikkat edin. Çünkü onlar, asırlar önce sanatın yeryüzünde var olduğunu kanıtlayan en estetik şahitler arasında bulunuyorlar.
Hasankeyf’in tarihi köprüsü Orta Çağ’ın en büyük köprüsü olarak biliniyor.
Halfeti
Halfeti gezilecek yerler nereleridir sorusunun yanıtı, bu bölgeye gezi veya seyahat planlayan ziyaretçiler tarafından merakla araştırılan konular arasında yer almaya başladı. Gezipedia olarak sizler için bu yerleri madde madde sıraladık; ama öncesinde Şanlıurfa Halfeti ilçesi hakkında kısa bir bilgi verelim:
Fırat ve Dicle’nin suları üzerine yapılan 22 barajla dizginlendi ve ortaya denizi andıran devasa baraj gölleri çıktı. Bu nehirlerin geçtiği dokuz kent her anlamda büyük bir değişime uğradı. Milyonlarca hektar arazi suya kavuştu, ciddi oranda enerji üretilmeye başlandı. Buna karşılık iki nehrin kıyısındaki binlerce yıllık kentler, kasabalar, köyler, evler, camiler, hamamlar özetle bir uygarlık suyun dibine gömüldü.
Barajların yuttuğu yerleşimlerden biri de Halfeti’ydi. Halfeti'nin asırlık konakları, camileri, hamamları ve mezarlıkları gibi bereketli topraklarının da aşağı yukarı yarısı Birecik Barajı’nın sularına gömüldü. İlçe Karaotlak köyü yakınlarında yeniden kuruldu. Ama Halfeti'nin kendine özgü iklimini ve dokusunu yeni yerleşimde yaşatma şansı yoktu. Zira yalnızca Halfeti’de yetişen “Siyah Gül” gibi endemik bitkiler başka bir yere götürüldüğünde ya da başka bir toprakta rengi değişiyor, siyah yerine kırmızı açıyor.
Şimdi Eski Halfeti olarak adlandırılan ve büyük bölümü su altında kalmış yerleşim yavaş yavaş turistik bir beldeye dönüşüyor. Eski Halfeti; gölün kıyısındaki tekneleri, çay bahçeleri, restoranlar ve konaklama tesisleriyle bir Ege kasabasını andırıyor artık.
Halfeti Efsanesi
Tarih boyunca adı Rumkale’yle birlikte anılan Halfeti’nin adının ölümsüz bir aşktan kaynaklandığı kabul ediliyor. Söylenceye göre birbirlerini delicesine seven Halil ve Fatma adında iki gencin kavuşmasına aileleri engel olmuş. Bunun üzerine Halil ile Fatma el ele tutuşarak kendilerini Fırat’ın azgın sularına bırakmış. Onların anısına o tarihten sonra ilçe Halil ile Fatma’nın kısaltılmış hali olan “Halfeti” adıyla anılmaya başlamış.
Rumkale
Halfeti yakınlarında Anadolu'nun en ünlü kalelerinden biri de yer alıyor. Nizip’in Kalemeydanı köyü sınırları içindeki Rumkale; Fırat Nehri ile Merzimen Çayının birleştiği noktada sarp ve kalkerli kayalıklarla çevrili yüksek bir tepenin üstünde yer alıyor. Bir yarımadayı andıran kayalığın güneyi 12. yüzyılda 30 metre derinliğinde ve 20 metre genişliğinde oyularak karayla ilişkisi koparılmış. Böylece son derece korunaklı bir kale haline gelmiş.
Halfeti'de gezilecek yerler listesinin başında bulunan kalenin doğu, kuzey ve batısındaki yüksek kayalar doğal bir sur oluşturuyor. Bu doğal surun üstüne de kesme taşlarla sur duvarı yapılmış, duvarla kayalık adeta bütünleşmiş, nerede başlayıp bittiği anlaşılmıyor. Kalenin kuzey ve doğu surlarında yedi burç var. Kaleye doğu ve batı yönünden olmak üzere iki ana giriş kapısıyla giriliyor. Batısındaki kapıya Merzimen çayı üzerindeki köprüden ulaşılmaktaydı. Kapıdan girildikten sonra doğal yapıya uygun kademeli olarak yapılan burçlara açılan üç ayrı kapıdan geçilip iç kaleye giriliyor. Böylece kalenin kendine özgü savunma sistemi oluşmuş. Kalenin eteklerinde de Aşağı Kent olarak adlandırılan yerleşim gelişmiş. Yakın döneme kadar köylülerin yaşadığı bu yerleşim (Kale köyü) 1980 yılında boşaltılmış ve hayalet kasabaya dönmüş.
Stratejik bir noktada bulunan Rumkale’nin adına ilk kez Asur kaynaklarında rastlanıyor. Yuhanna’nın İncil’i Rumkale’de kaleme aldığına ve mezarının burada olduğuna inanılıyor. Ortaçağ’da özellikle de Haçlı seferleri sırasında önemli bir merkez durumuna gelen Rumkale 1150 yılında Haçlılar tarafından Ermeni Katoğikosu 3. Krikor Pahlavuni’ye satılmış. Harput yakınlarındaki Dzovk’ta (Gölcük) yaşayan Pahlavuni Katoğikosluk makamını Rumkale’ye taşımış. Yaklaşık 150 yıl boyunca Rumkale’de birçok kilise ve manastır inşa edilmiş.
Rumkale’de en ilginç kalıntı, geniş ve silindirik bir havalandırma kuyusuyla, bu kuyunun kenarından helezonik merdiven basamaklarıyla Fırat Nehri’nin seviyesine kadar inen 8 metre genişliğinde ve yaklaşık 100 metre derinliğindeki su ihtiyacını karşılayan sistemdir. Bu kuyunun gizli bir geçit olduğu da sanılıyor.
Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi
Kalenin içinde çok sayıda yapının kalıntısı da görülüyor. Bunların en önemlisi Ermeni Kilisesince aziz olarak tanınan son patrik olan Aziz Nerses’in (1102-1173) ve 3. Krikor’un mezarının da bulunduğu kabul edilen Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi. Yöre halkı tarafından mahkeme binası olarak bilinen kilisenin yalnızca doğu cephesi ayakta. Rumkale, özellikle Nerses Şhorhali’nin katoğikosluk yaptığı dönemde Ermeni kültür ve sanatının merkezlerinden biri durumuna gelmişti. Bu dönemde Rumkale’de birçok elyazması toplanmış, kopyalanmış ve yenileri yazılmıştı. Rumkale’de Ermenilerin yanı sıra Süryaniler de yaşamaktaydı. 1252 yılında ölen Süryani Patriği 2. Ignatiyos kalede günümüzde de kalıntıları görülen Mor Barsavmo Manastırını inşa ettirmişti.
29 Haziran 1292 günü kuşatma başlatan Memluklu Melik El-Eşref, 33 gün sonra kaleyi ele geçirir. Ermeni mahallesini yağmalayıp, yakmış ve Katoğikos başta olmak üzere Rumkale halkını esir almış. Kent Memlukların eline geçtikten sonra Ermeni Katoğikosluğu Sis’e (Kozan) taşınmış. Kuşatma sırasında hasar gören Rumkale Memluklarca onarılmış, ancak bir daha eski günlerine dönememiş ve yıldızı sönmüş.
Yozgat Çamlığ
Yozgat Çamlığı Millî Parkı Hakkında Bilgi
Yozgat Çamlığı Milli Markı, ülkemizin sahip olduğu zengin tabii ve kültürel kaynak değerlerini korumak, gelecek nesillere milli bir miras bırakmak maksadıyla 1958 yılında Bakanlar Kurulu Kararıyla ilan edilmiş ilk milli parkımızdır. Yozgat İl Merkezi’nin güneyinde, sahip olduğu karaçam türü ile öne çıkan ve Türkiye’nin ilk Milli Parkı unvanına sahip orman alanıdır.
Yozgat Çamlığı Milli Parkı, Kafkas Çamı denilen 400-500 yaşlarında Karaçam türünü barındırmakta ve bu çam türü Türkiye’de sadece Yozgat Çamlığı’nda bulunmaktadır. Ayrıca alanın sahip olduğu birçok bitki türü içinde çeşitli endemik türlerde bulunmaktadır. Milli Parkta yine Orta Anadolu’nun mevcut bilinen hayvan türlerinin yanında, Amerika’ya has Altın Kartal türünün de varlığı bilinmektedir.
Milli parkın ana kaynak değerini, İç Anadolu steplerinde yaşamış doğal yaşlı ormanların son kalıntıları olan Karaçam Ormanları, bitki örtüsü, topografik yapısı, yaban hayatı potansiyeli, manzara güzellikleri, zengin rekreasyon kaynakları, kış turizmi olanakları ve bol oksijen kaynağı kliması ile doğa harikası bir yerdir. Yapılan araştırmalara göre yaklaşık 300 yıl öncesine kadar Yozgat çevresinde görülen bakir ormanlarından günümüze sadece milli park içerisindeki karaçam ormanı kalmıştır. Doğal orman ekosistemini Pinus nigra subsp. Pallasiana (karaçam) ve Quercus pubescens (meşe) oluşturmaktadır. Milli Park içerisinde doğal yayılışını gerçekleştiren karaçam ormanı İç Anadolu’daki karaçam ormanlarının kalıntılarıdır. 1400 metrede başlayan ormanlık alan, 1600 metreye kadar çıkmaktadır.
Milli park alanında karaçamın yanı sıra odunsu bitki olarak meşe, ardıç ve ağaçlandırma yoluyla getirilmiş sarıçam türleri de bulunmaktadır.Yozgat Çamlığı Milli Parkı içerisinde doğal olarak bulunan hayvan türleri; Kartal, Kızıl Şahin, Küçük Atmaca, Kumru, Delice, Tarla Kuşu, Sığırcık, Sarı Asma, Arı Kuşu, Ardıç Kuşu, Karga, Serçe, Tepeli Toygar gibi kuşlar; Yaban Domuzu, Tavşan, Kızıl Tilki, Tarla Faresi, Kaplumbağa, Yılan, Kertenkele, Sincap gibi türler vardır.
Milli Park’ta bulunan kır lokantası ve Otel sahaya gelen insanların konaklama ve yemek ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Milli park şehir merkezine çok yakın olduğu için ziyaretçiler günübirlik olarak paraka gidip konaklama ve yeme-içme ihtiyaçlarını şehirdeki lokanta ve otellerden de karşılama imkânına sahiptir.
Parkın misafirlerinin varış noktalarından ilki kır restorantı’nın yer aldığı bölgedir. Bu bölgede yaklaşık 300 kişilik bir kır lokantasının yanı sıra Yozgat kenti manzarasına yönlendirilmiş içinde grupların yemek yiyebileceği şekilde oldukça büyük ve tek tip tasarlanmış kameriyeler ve çocuk oyun alanları yer almaktadır. Piknik üniteleri, oyun parkı, Yağmur barınaklar, Kamelyalar, 2 adet Futbol sahası bulunmaktadır. Ayrıca seyir terası, dinlenme üniteleri, otoparklar, oyun grupları, basketbol sahası ile gelecek misafirlerinin hizmetinde olacaktır.
Çok geniş bir alana yayılan, içerisinde çam, meşe ve değişik ağaç türleri temiz soğuk suları, çeşitli av hayvanlarıyla ünlü bir bölgedir. Bu bölge bahar aylarından başlayarak büyük bir hareketlilik gösterir. Bölge insanlarının yaylalarına gidişi yaz ve bahar aylarını yaylalarında geçirerek havaların soğumasıyla yaylalardan göçleri bu yöreye ayrı bir güzellik katmaktadır. Sıcak havalarda çevreden gelen insanlar soğuksu pınarlarının başında eğlenerek vakit geçirirler
Yozgat Efsaneleri
Yozgat iline ait efsaneler: Ali Çelebi ve Mahmut Çelebi Türbeleri Efsanesi, Çapanoğlu (Büyük) Camii "Cami Temelinin Sağlam Olması" Efsanesi, Çapanoğlu (Büyük) Camii "Cumada Hızır Bulunması" Efsanesi, Çamlık Efsanesi, Gelin Kayası Efsanesi, Keçi Kalesi Efsanesi, Kerkenes Kalesinin Fethedilmesi Efsanesi, Kerkenes Sülük Gölü Efsanesi, Kerkenes ve Güneş Tutulması Efsanesi, Kızlar Kayası Efsanesi, Sarıkaya Kaplıcaları Efsanesi, Şahna Kayası Efsanesi, Şemunel Gazi Efsanesi
Ali Çelebi ve Mahmut Çelebi Türbeleri Efsanesi
Yozgat, Akdağmadeni İlçesi Muşali Köyünde bulunan Ali Çelebi ve Mahmut Çelebi Türbeleri ile ilgili yöre halkının anlatmış olduğu bir efsane şöyle anlatılmaktadır: Ali Çelebi ve Mahmut Çelebi Muşali Kalesi Düşmanların elinde iken burayı fethetmek için kalenin bulunduğu tepenin altında savaşırlarken, düşmanın biri Mahmut Çelebi’nin kafasını uçurur. Kafası yere düşen Mahmut Çelebi; yerden kafasını koltuğunun arasına alarak düşmanla savaşmaya devam eder. Bu durumu gören düşman paniğe kapılıp korkup kaçmaya başlar. Bu arada kadının biri Mahmut Çelebi’nin kafasının koltuğunun altında olduğunu görünce: “ Bakın, adam kellesi koltuğunda savaşıyor,” diye bağırır. Bunu Mahmut Çelebi’ de duyar ve durumu fark ettiği anda olduğu yere düşer ve şehit olur. Aynı çarpışmada Ali Çelebi’de şehit düşer ve Ali Çelebi ve Mahmut Çelebi’nin, şehit düştükleri yerlere kubbeleri de bulunan türbeleri yapılır. Fakat ertesi gün sabah bakarlar ki Mahmut Çelebi’nin Türbesi’nin kubbesi yıkılmıştır. Tekrar kubbesini inşa ederler, fakat ertesi gün gene aynı şekilde kubbesinin yıkılmış olduğu görülür. Bir kez daha kubbesi inşa edilir. Bu kez inşa eden ustaların o gece rüyalarına Mahmut Çelebi girer ve “ Benim gövdem üstünde başım yok, sizde türbem üzerine kubbe koymayın” der. Bu rüya üzerine artık Mahmut Çelebi’nin türbesinin üzerine kubbe yapımından vazgeçilir.
Çapanoğlu (Büyük) Camii "Cami Temelinin Sağlam Olması" Efsanesi
Büyük Caminin temeli kazıldığında temelden su çıkar. Temele ardıç ağaçları çaprazlama atılarak temel duvarı örülür. Temel duvarının örülmesinden sonra caminin ustabaşı ortalıktan kaybolur, ve cami inşaatı devam etmez. Yedi yıl sonra ustabaşı gelir caminin inşaatına devam ederek camiyi tamamlar. Niçin kaybolduğu sorulunca: "Cami temelinin yerleşip yerleşmediğini ölçtük. Böylece camiyi sağlama aldık. Bu cami duvarı kolay kolay çatlamaz." der.
Çapanoğlu (Büyük) Camii "Cumada Hızır Bulunması" Efsanesi
Bir gün Çapanoğlu (Büyük) Cami inşaatına harç karan amelelerden birinin yanına aksakallı ihtiyar bir adam gelir. Camiye emeğinin geçmesi için çalışan işçiden küreği alır, bir müddet harç kardıktan sonra küreği tekrar işçiye vermek ister. İşçi küreği geri almaz ve ihtiyara: "Ben senin kim olduğunu biliyorum. Her sabah namazında bu camide olacağına söz verirsen küreği alırım. Yoksa almıyorum." der. "Her sabah namazı için söz veremem ama, her kandil ve cuma namazlarında bu camide olacağıma söz veriyorum." diyen ihtiyarın elinden işçi küreği alır. Aksakallı, fani görünüşlü Hızır oracıkta kaybolur. Halk Hızır Aleyhisselâm'ın her cuma ve kandil namazlarında Çapanoğlu (Büyük) Cami'de olduğuna inanmaktadır.
Çamlık Efsanesi
Yozgat'ın en ünlü dinlenme yeri ve ülkemizin ilk Milli Parkı olan Çamlıkla ilgili efsaneye göre; Çamlığa ilk fidanı Aslı'nın ardından diyar diyar dolaşan Kerem dikmiştir. Yolu Yozgat yöresine düşen Kerem Aslısını sormuş, bulamayınca Çamlığın bulunduğu kıraç yamaca bir fidan dikmiş; "Bu çamdan nice çamlar filizlenir, koruk olur, bizi söyler bizi fısıldar." deyip yollara düşmüştür. O gün bu gündür çamlık, hafif bir yelde sevda türküleri söyler, içli sevgi ezgileri fısıldar. Sevdalıların buluştuğu Çamlık için böyle bir efsane söylenir halk arasında.
Gelin Kayası Efsanesi
Yozgat'taki Nohutlu Tepesi’nin arkasında bulunan Cehrilik yakınlarında deveye binmiş geline benzeyen kayalar bulunmaktadır. Bu kayalara "Gelin Kayası "denir. Efsaneye göre köyün birinden gelin alayı gelmektedir. Eşkıyalar gelin alayını çevirirler. Niyetleri kervandaki gelini alıp esir pazarında satmaktır. Gelin alayının er kekleri eşkıyalarla vuruşurlar ve hayatlarını kaybederler. Eşkıyalar, gelini ve damadı yakalamak üzeredirler. Yakalanacaklarını anlayan gelin ve damat Allah'a dua ederler. "Allah'ım bizi bu eşkıyaların eline düşürme, bizi ya taş et, ya kuş et" Duaları kabul olunur. Güzel gelinle birlikte eşkıyalar, develer ve atlar oracıkta taş olurlar. Damat ise kuş olup gökyüzüne uçuverir. Güzel gelinin ağlarken gözünden döktüğü yaşlar sel olur ve orada kırmızı lalecikler bitmeye başlar. Zamanla bu laleler tüm tepeyi kaplar. Eğrice'de (mayısın ikinci haftasında) cehrilik laleleri kırmızı kırmızı açar ve beyaz güvercinler gökyüzünde süzülürler. Yozgatlı avcılar buradaki güvercinlere kesinlikle ateş etmezler.
Keçi Kalesi Efsanesi
Yozgat ili, Yerköy ilçesine bağlı Aşağı Eğerci Köyü sınırları içinde Keçi Kalesi denilen bir yer vardır. Bu kalede bir zamanlar yabancılar yaşarlarmış. Bunları Şampas Pir adında bir de firavunları varmış. Müslümanlar ise Büyük Kızılkale ile Küçük Kızılkale Köylerinde yaşarmış. Büyük ve Küçük Kızılkale’de yaşayan Müslümanlar, Keçi Kalesini almak için çalışmalar yaparlar. Bir defasında bin kadar keçinin boynuzlarına mum takarak geceleyin bu mumları yakıp keçileri kaleye doğru sürerler. Şampas Pir ve askerleri bu durum karşısında şaşkına dönerler. Müslümanlar bir taraftan keçileri sürerken, diğer taraftan kendileri de ateş ederek kaleye doğru ilerlerler. Yüksek olan kaleden ateş eden yabancılar, gece olduğu için hedeflerine isabet ettiremezler. Bu durum karşısında çok korkarlar. Bunun ne olduğuna bir anlam veremezler. Müslümanlar kaleyi alırlar, Şampas Pir ve askerlerini kaleden atarlar. Kale böylece fethedilir. Bu olayda keçiler kullanıldığı için kaleye “Keçi Kalesi” adı verilir.
Kerkenes Dağı Efsanesi
Yozgat, Sorgun İlçesi Şahmuratlı Köyünde bulunan Kerkenes Harabeleri ile ilgili anlatılan Efsane:
Melik Acem, Keykubat'ın oğlu Keykavus Acem toplumundandır. O zaman Türk islam Efrasyab yidinde bulunuyordu. Nahiyeyi sebah Yemen ve hatta M.ö. 4000 yıllarında yaşamış olan Süleyman (A.S.) yidinde bulunan şehirlerdir. Keykavus Süleyman Peygamberden çalışkan, yiğit insanlar istedik! "Benim yidimde bulunsunlar onlara şehir yaptıracağım" dedi. Süleyman (A.S.) da istediği insanlardan Keykavus'un emrine verdi. Rüstem Destan Subaşılık görevi yürütüyordu. Keykavus'un Siyaveş isminde bir oğlu oldu. Oğlunu Rüstem Destan'ın emrine verdi, iyi yetişmesi ve askerlik bilgisinin artırılması için onun yanında bulunmasını istedi. Keykavus şehir inşasına uzun ve yorucu çalışmalar sonucunda 7 fersah (Fersah=5 KM.) o şehrin etrafına da 4 kat metin boru yaptılar, şehrin inşasını tamamladıktan sonra, insanlar gelip şehre yerleştiler, o şehrin ismini de Kerkenes koydular, insanlardan bu şehrin güvenliğini sağlamak için belli bir grup nöbetçi koydu. Ama deprem neticesinde Kerkenes viran oldu, insanlar şehrin yerle bir olmasını engelleyemediler. Bunun üzerine Keykavus güvenliği sağlamakta görevli bulunan nöbetçileri ve diğer ilgilileri öldürttü, şehir neticede viran oldu. Keykavus hayatta bulunan birlikleri ile Yemen'e vardı. Padişah ile birlikte savaşarak Keykavus ve taraftarları yenildi.
Kerkenes Kalesinin Fethedilmesi Efsanesi
Yozgat, Sorgun İlçesi Şahmuratlı Köyünde bulunan Kerkenes Harabeleri ile ilgili anlatılan Efsane:
Kerkenes şehri düşmanların elindeymiş. Battal Gazi, burayı almak istemiş. Akşam üzeri tüccar kılığında kaleye gelmiş. Develere sepet yüklemiş, sepetlerin içine de askerlerini bindirmiş. Üzerlerine de kumaş örtmüş. Kumaş tüccarı kılığında Kerkenes’e girmiş. Kralın askerleri kumaş almak istemişler. Battal Gazi: “Bügün akşam oldu, yarın satarım” diye askerleri geri göndermiş. Ortalık iyice kararınca askerlerini sepetlerden çıkararak gece kaleyi fethetmiş. Sabah ezanını Kerkenes’de ki kalede okumuş.
Kerkenes Sülük Gölü Efsanesi
Yozgat, Sorgun İlçesi Şahmuratlı Köyünde bulunan Kerkenes Harabeleri ile ilgili anlatılan Efsane:
Battal Gazi, Kerkenes Kalesi’ni fethettiği sırada, kale yakınlarında atının bacakları parçalanır ve yara olur. Battal Gazi attan inerek onu serbest bırakır. At yayıla yayıla içinde sülüklerin bulunduğu bir su birikintisine varır. Su içerken ayaklarına Sülükler yapışarak pis kanı emerler, atın ayağı iyileşir. Battal Gazi, suyun etrafını temizleyerek küçük bir göl haline getirir. Adını da Sülük Gölü koyar. Tedavisinde sülük kullanılması gereken hastalar buraya gelerek tedavi olurlar veya buradan tutulan sülükler halk pazarlarında tedavi amaçlı satılır.
Kerkenes ve Güneş Tutulması Efsanesi
Yozgat, Sorgun İlçesi Şahmuratlı Köyünde bulunan Kerkenes Harabeleri ile ilgili anlatılan Efsane:
Önceleri egemen olan Asur İmparatorluğu M.Ö. 612 yılında, Med ve Babillilerin ortak saldırısına yenik düştü. Medler imparatorluklarını Anadolu yüksek platosu boyunca, batıya Kızılırmak’a doğru genişlettiler ve Kerkenes Dağı üzerinde, Herodot tarihinde Pteria adıyla anılan yeni büyük bir şehir kurdular. Yine Herodot’a göre, Medler ile Lidyalılar arasında yıllardır uzayıp giden savaşın altıncı yılında, muharebe bütün şiddetiyle devam ederken tıpkı Thales’in o yıl için tahmin ettiği gibi gün geceye döner. Sonradan “Güneş tutulması muharebesi” olarak adlandırılacak bu olay, MÖ 585 yılının 28 Mayis günü meydana gelir. Kilikyalılar ve Babiller’in arabuluculuğuyla imzalanan barış antlasması ile sınırlar tekrar belirlenir ve antlaşma karşılıklı kız alıp verme ile sağlamlaştırılır. Heredot’a göre, Med sehri Pteria orta Kapadokya bölgesinin savunmasi en güçlü sehridir. Bu sur duvarlarının gerçek boyutları, Lidya Kralı Krezüs tarafından şehir yakıldığından ve güçlü taş duvarı en azından kısmen yıkıldığından beri ilk kez 1999 yılında ortaya çıkarıldı. Krezüs, Delfi’deki meşhur kehanet merkezine Kızılırmak’ı geçtiği takdirde ne olacağını sorar ve karşılığında "güçlü bir imparatorluk yok olacak” cevabını alır. Tanrıların belirgin desteği eşliğinde, ordusuyla doğuya yönelen Krezüs Pteria'yı ele geçirir ve şehir halkını tutsak eder. Böylece Pers kralı Büyük Kiros'un öfkesini üzerine çeker. MÖ 547 yılında Lidya ve Pers orduları Pteria yakınlarında karşılaşır, fakat yenişemezler. Krezüs başkenti Sart'a dönerken o yıl içerisinde başka savaş beklememektedir. Fakat Büyük Kiros, sözkonusu kralın peşine düşer ve Lidya başkenti Sart’ı zapteder. Kehanet gerçekleşmiştir, Krezüs güçlü bir imparatorluğu yok etmiştir; kendi imparatorluğunu kurmuştur.
Kızlar Kayası Efsanesi
Çekerek'ten Zile'ye giderken Çekerek ırmağının yanında Cenevizler döneminde yapılmış yüksek ve sivri bir kayanın üzerinden ırmak yönüne doğru ve toprak altında yaklaşık iki yüz merdivenle inilen bir kaya vardır. Söylentiye göre; kayanın doğusundaki yüksek tepeye yerleşenler Irmaktan su almak için bu merdivenleri yapmışlardır. Bir Rum Beyi’nin hasta kızı için bu merdivenleri yaptırdığı da rivayet edilmektedir. Bir başka rivayete göre ise; Keşişin birinin çok güzel bir kızı varmış, iki genç de bu kızla evlenmek istemiş, Ancak Keşişin ise kızını her iki gence de vermek gibi bir niyeti yokmuş. Keşiş Gençlerden birine bu yüksek kayadan girilerek merdivenlerle Çekerek Irmağı’nın karşı tarafına geçilecek bir yol yapmasını ister. Öteki gençten ise, ırmağın üzerinden geçmek için bir köprü yapmasını ister. Kim denileni önce yaparsa kızını ona vereceğini söyler. İki gençten biri köprüyü, diğeri merdivenli geçit tünelini yapar. Ancak gençler birbirlerinden haberdar değildirler. Keşiş köprüyü yapan gence ötekinin daha önce bitirdiğini kızı ona vereceğini söyler. Bunu duyan genç kafasına külüngü vurarak kendini öldürür. (Kızlar Kayasından 500 mt. aşağıda bu köprünün ayakları mevcuttur.) Keşiş daha sonra kayayı oyan gence de, kızını köprüyü yapan genç önce bitirdiği için ona verdiğini söyler. Bunun üzerine kayayı oyan genç de kendisini yüksek kayalardan aşağı atarak öldürür.
Sarıkaya Kaplıcaları Efsanesi
Yozgat, Sarıkaya İlçesinde bulunan Roma Kral Kızı Hamamı diye bilinen Sarıkaya Kaplıcaları’nın efsanesi halk arasında şöyle anlatılır:
Kayseri'de oturan Roma krallarından birinin kızı amansız bir hastalığa yakalanır. Kral kızını birçok hekimlere götürür, tedavisi için her şeyi yapar. Ama güzelliği dillere destan bu kızın derdine çare bulunamaz. Kızın hastalığı gün geçtikçe ilerlemekte, kız artık yürüyemez bir haldedir. Ayakları tutmamaktadır, dizleri küt olmuştur. Bugünkü adıyla kızın hastalığı romatizmadır. O günlerde Sarıkaya sazlık ve bataklıktır. Sıcak suyun olduğu yerde küçük bir gölet oluşmuştur, balçık halinde çamurlu bir hamamdır burası. Kral küçük kızını son çare olarak bu sıcak suyun bulunduğu yere gezsin diye gönderir. Artık ömrünün sayılı günlerini yaşayan zavallı kız avunmak için bu çamurlu gölet kenarında dolaşmakta, zaman zaman da arkadaşlarıyla çamurlara girmektedir. İşte gezmek ve avunmak için girdiği çamurlar ve sıcak su kıza iyi gelir. Bir müddet burada kalır, gün geçtikçe kızın hastalığı iyi olmaya başlar. Küt dizleri açılır; yavaş yavaş adım atmaya, yürümeye başlar. Sonunda tamamen iyileşen güzel kızın buradaki sıcak sudan iyi olduğu anlaşılır. Bunun üzerine kızın babası kral, buraya mermerden bir havuz yaptırır, etrafını kesme büyük taşlarla çevirttirir, önceleri kimsenin olmadığı bu havuz çevresinde bir şehir oluşur. Kralın kızının adı bu yeni şehre verilir. Yetmiş bin nüfuslu bu şehrin adı "Öper" veya "Hoperi"dir. Şehrin ulaşımı ise Sarıkaya'nın Beştepeler mevkiinden geçen Yozgat ve Kayseri şoselerinden sağlanmaktadır. Bu büyük şehir bir deprem sonucu yok olmuştur, sadece hamamların olduğu yer kalmıştır.
Şahna Kayası Efsanesi
Yozgat, Yerköy yolu üzerinde Başıbüyüklü Köyü köy yolunun sağında bir peri bacası vardır. Ona Şahna Kayası derler. Şahna Kayası denmesinin sebebi ise; hasat zamanı çıkan buğdaydan devletin adına onda bir vergisini toplayan kişiye şahna derlermiş. O zaman “aşar vergisi” varmış. Toplanan vergiye de “öşür” derlermiş. Şahna Köylere gider vergi topladığı için de, köylü Şahna’dan çok korkarmış ve köylü hasat mevsiminde Şahna’nın kendisini, atını, bekçilerini yemez yedirirmiş, her ev günde bir yemek yaparmış. Kendi çocuğuna yediremediğini Şahna’ya yedirirlermiş. Köylü yine vergi toplamaya gelen şahna’ya yemek yapmak istemiş fakat o gün Yağmur yağmış ve yemek yapmak için ateşte yakacak olarak kullanılmak üzere hayvan pisliğinden yapılan tezekler yağmurda ıslandığından şahna’ya yemek yapamazlar. O gün Çapanoğlu da Başıbüyüklü Köyü taraflarında şahiniyle avlanırken, şahini açıkmış ve şahini de piliç yermiş. Çapanoğlu da piliç bulması için adamını köye göndermiş adam köyde bir eve gelir ve kadından piliç ister, kadın adama: “Piliç bulsam ben Şayna’ya yediririm” der. Bu sözün üzerine adam gelip durumu Çapanoğluna anlatınca çok şaşırmış ve Çapanoğlu birden “Şahna da benim yanımda kim oluyor” deyip kızmış ve Şahna’yı o kayada astırmış. O kaya’ya bundan sonra “Şahna Kaya’sı” denmiş.
Şemunel Gazi Efsanesi
Yozgat, Kadışehri İlçesi, Akçakale Köyünde bulunan (Şemunel Gazi) İle İlgili Anlatılan Efsaneler:
1- ŞEMUNEL GAZİ
Şemunel Gazi Akçakale’de yaşayan Müslümanların komutanıymış. Düşmanlarla yaptığı savaşın hepsini kazanmış. Bunu savaşarak yenemeyeceğini anlayan düşmanlar kendisini imanlı gösteren bir kadını Şemunel Gazi’ye Hanım olarak verirler. Hanımı Bir Gün; Şemunel Gaziye “Sen ne kadar kuvvetlisin, seni hiç kimse yenemiyor” der. Şemunel Gazide hanımına evet haklısın “Allah bana bir kudret verdi. Bundan dolayı bana kimsenin gücü yetmez. Ancak sakalımdan koparılan kıllarla parmaklarım bağlanırsa, ben bunları çözemem işte o zaman ben yenilirim” der. Şemunel Gazi uykuya daldığı zaman hanımı sakalından kıl kopararak parmaklarını birbirine bağlar ve gider düşmanların komutanına haber verir. Komutan Şemunel Gaziyi alıp götürür ve bir kiliseye hapis eder. Düşman Şemunel Gazi’yi döve döve bayıltırlar, öldü zannedip parmaklarını çözüp bırakırlar. Şemunel Gazi ayıldığı zaman parmaklarını açık görür düşmanlar Şemunel Gazinin üzerine saldırırlarsa da tutamazlar ve Şemunel Gazi eline aldığı deve çenesiyle bin ay kadar düşmanla savaşır.
2- ŞEMUNEL GAZİ
Şemunel Gazi, Kıbrıs Harekâtı sırasında Afyonlu bir veli ile beraber yakıtı bitmek üzere olan bir uçakta pilotun yanına biner. Pilot üsse dönmek üzeredir. Şemunel Gazi: “Oğlum, yakıtın bitmedi, bitmez de. Sen işini yapmaya devam et,” der. Pilot, yanında bu iki veli ile beraber geri dönüp düşman üzerine bomba yağdırır. Dönüşlerinde, Pilota: Ben, Akçakale deki Şemunel Gazi’yim” der. Tekrar kaybolurlar. Savaştan sonra Pilot Akçakale’ye gelerek, Şemunel Gazi’nin kabrini ziyaret eder. Orada bir tosun kurban ederek halka dağıtır.
3- ŞEMUNEL GAZİ
Şeminel Gazi, Yozgat Kadışehri İlçesine bağlı olan Halı Köyü ile Akçakale arasındaki ormanlık bir alanda düşmanlarla savaşırken, düşmanın biri Şemunel Gazi’nin kafasını uçurur. Şemunel Gazi kafasını yere düşürmeden koltuğuna alarak elinde deve kemiği ile savaşmaya devam eder. Bu durumu gören düşman paniğe kapılıp kaçmaya başlar. Bu arada kadının biri Şemunel Gazi’nin kafasının koltuğunun altında olduğunu görünce: “Bakın, adam kellesi koltuğunda savaşıyor” diye bağırır. Durumu fark eden Şemunel Gazi olduğu yere düşer, ruhunu teslim eder.
- Ebced ve Cifir İlmi
- Gayb Alemi ve Geleceği Bilmek
- Muhyiddin İbnü’l-Arabi Hazretleri’nin Osmanlı Devleti hakkında Öngörüleri
- Kur’an-ı Kerim’de, Hadis-i Şerif’lerde ve Velilerin Keşiflerinde Türkler’le İlgili Büyük Müjdeler
- Müştak Baba Öngörüleri
- Osmanlıda Müneccimlik Müessesi
- İmam-ı Ahmed Rabbani Hayatı ve İstanbul İçin Kehanetleri
- Cinlerin Görünmesi ve Cinlerle Temas
- Cin Musallatına Maruz Kalanlar
- Cin ve Cinler Alemi
- Cinler İnsanlarla Evlenebilirmi?, Cinlerde Cinsel Hayat
- Cin Kabileleri
- Cin Şeytan İblis Arasındaki Fark ve Kuranı Kerimdeki Açıklamaları
- Kuranı Kerimde Cinler
- Kuran-ı Kerim'de Cinlerle İlgili Ayetler
- Kuran-ı Kerim'de Cin Suresi ve Açıklaması
- Atatürk ve 19 Rakamının Sırrı
- Titanik'in Sırrı
- Mısır Piramitlerinin Sırrı ve Kuranı Kerim'de Firavun ile İlgili Ayetler
- Batıl inanç nedir? En çok bilinen batıl inançlar nelerdir?
- Türkiye'de Yaşanan Gizemli Olaylar 1
- Türkiye'de Yaşanan Gizemli Olaylar 2
- Kün Fe Yekün (Ol Der ve Olur) Ayetinin Hikmeti
- Anadoluda'ki Gizemli Yerler 1
- Astral Seyahat
- Kabedeki İnanılmaz Sır
- Titanik batmadan 14 yıl önce kitabı yazılmıştır.!
- Altın Oran ve Kabe Mucizesi
- Zemzem Suyu ve Faydaları
- Hurafeler, Bidatler ve Batıl İnançlardan Örnekler
- Kuran-ı Kerim'de Geçen Cenab-i Allah'ın İsimleri
- Esma-ül Hüsna ve Kuran-Kerim'de Geçiş Şekli
- Esmaül Hüsna Tesbih Adetleri
- Esmaül Hüsna Arapça Türkçe Yazılışı ve Kısa Açıklaması
- Ya Vedud Esması ve Faziletleri
- Er Rezzak isminin manası nedir, Zikrinin faziletleri nelerdir?
- Esma-ül Hüsna Fazileti Zikir Adetleri ve Duaları
- El Basir (c.c.) İsmi Zikri Fazileti Ve Faydaları
- Esma-ül Hüsna ve Kısa Açıklamaları
- Esma-ül Hüsna Ebced Değerleri
- Allah (c.c) ‘ın 99 ismi (Esma-ül Hüsna) Sır ve Faziletleri Zikir Sayıları
Seçme Hadisler ve Sözler
Kim, bir zümreye benzemeye çalışırsa, o, onlardandır. Hz. Muhammed (S.A.V.)
Her Anımız Bir Dua
Ey Rabbimiz! Ettiklerimize binlerce tevbeler olsun. Günahımız çoktur ama, Senin rahmetinde her şeyi aşkındır, her şeyi kuşatmıştır. Rahmetin gazabını geçmiştir. Bize rahmetinle muamele eyle.